25 Ocak 2009 Pazar

Fifa 2009

Futbol için yeni bir soluk, yeni bir dönem, bizim beklentilerimiz ve merakımız, heyecanımız ve düşüncelerimiz, liglerin başladığı şu sıralarda ve futbol oyunlarının çıkmaya başladığı zamanlarda oluşan tüm bu kavramlar ışığında yeni bir Fifa oyununu karşıladık.



EA Sports’un bu son yıllarda resmen çürüttüğü seri Fifa’nın son halkası Fifa 09’da, ‘İşte bu sefer seriyi kurtaracak oyun, bu sefer EA bombayı patlatacak.’ şeklindeki söylemlerimizden nasibini aldı. Evet, bu cümleyi son zamanlardaki her Fifa için kullandık ama tutmadı. EA Sports Electronic Arts’ın önemli ve köklü bir parçası. Bu yüzden Fifa’dan umudu kesmek zor. Her sene büyük bir merakla Fifa oyununu almamız da yine bu sebepten ötürü. Bunun başka bir izahı yok. EA, Konami’den yediği tokadı bir gün bize unutturacak diyoruz ve demeye de devam edeceğiz. Konaminin geçen sene Pes 2008 ile yaşattığı hayal kırıklığı ile Fifa 2008 daha bir ön plana çıkmıştı, özellikle konsollarda. Ancak dediğim gibi böyle bir şeyin olması EA’nın becerisinden değil Konami’nin hatasından kaynaklanıyordu. Geçen sene futbol oyunları açısından sanal dünyada işler iyi değildi. Ben şahsen Pes 6 oynayarak geçirdim geçen sezonu. Peki bu sene nasıl olacak?

Let’s Fifa 09

Fifa’nın ana menüsü aynı tarzda fakat renkler ve dizayn farklı. Menü zaten güzeldi, daha bir güzel olmuş, sade ve kullanışlı. Tema müzikleri her zamanki gibi çok güzel. Fifa zaten bu konuda hep iyiydi. Oyunda arık daha fazla lisanslı lig ve takım mevcut. Türkiye Süper Ligi de dahil 30 tane lig var. Takımların güç seviyeleri yine 5 yıldız üzerinden değerlendirilmiş, takım kimyası, yani kombinasyonu da 100 üzerinden puanlandırılmış. Milli takım sayısı da artmış, yeni ülkeler dahil edilmiş.



Şunu belirtmeliyim ki Fifa oyununu orijinal almayan kişi bir çok şeyden mahrum kalıyor. Adidas Live Season , Chanllenge Mode ve Tournament Mode gibi üç tane seçenek var ve bunlardan faydalanmak için oyunu orijinal almanız şart. Adidas Live Season online, gerçek rakiplerle oynanan bir mod. Bu mod interaktif ligi içinde barındırıyor. İnteraktif lig, lige kayıt olan Fifa oyunlarının birbirleriyle karşılaştığı, takımlar kurduğu bir lig. Dünyanın dört bir yanındaki oyuncular burada sıralanıyor. Yani gerçek bir rekabet söz konusu. Adidas Live Season aynı zamanda oyundaki güncellemeleri de sağlıyor. Bütün bunlar Fifa’nın önemli artılar kazanmasını sağlıyor.

Oyunda kariyer modumuz da mevcut. Bu mod bir önceki Fifa oyunlarında da vardı zaten. İstediğimiz bir takımı seçebiliyor, transferler yapabiliyor, reklam anlaşmaları imzalıyor ve takım değiştirebiliyoruz. Büyük takımlardan başlayabiliyoruz fakat başarımıza göre diğer takımlar bizi istiyor. Takımların lisanslı olması ligleri çok daha keyifli kılıyor.

Futbolcu Olmak

Fifa 2008’den hatırladığımız ‘Be a pro’ seçeneği Fifa 2009’da daha detaylı olarak oyuna monte edilmiş. Be a pro’ istediğimiz takımdan istediğimiz oyuncuyu seçip maç esnasında sadece onu oynatmamızı sağlayan bir sistem. Fifa 09’da tek bir bilgisayardan birkaç kişi bu modu oynayabiliyoruz. Aynı zamanda bir de ‘Be a pro Season’ var ki bunda da yine istediğimiz oyuncuyu seçip onla kariyer yapabiliyoruz. İstersek kendimiz bir oyuncu oluşturuyoruz. Başka takımlara gidebiliyoruz. Bir sezonda 4 oyuncu oynayabiliyor, gamepad yardımı ile. İstatistiklerimiz görebiliyoruz. Her maç sonunda 10 puan üzerinden puan alıyoruz.



‘Be a pro’ moduna 3rd Cam eklenmiş. Yani oyuncumuzu TPS oyunlarındaki gibi yönlendiriyoruz. Bu kamera oyuncumuzun topa göre pozisyonuna odaklı bir kamera. Top bizden uzaklaştığı zaman kamera da açısını büyütüyor ve tüm sahayı görebiliyoruz. Kaleci hariç her mevkiden oyuncu seçebiliriz. Yalnız defans oyuncusu seçtiğimiz zaman işimiz çok zorlaşıyor. Defansı bir an boş bıraktığımızda hemen rakip forvetler cezayı kesiyor.

Her şey çok farklı olacak (mı?)

A, S, D, yani orta, pas, şut, yani Fifa’nın değişmez kuralı. Artık bunu geçmiş zamanla kullanacağız. Çünkü Fifa 09 bizleri kontroller konusunda şaşırttı. Maça başlayacağım sırada santrada S tuşuna bastığımda oyuncum topa dokunmadı. Birkaç kere bastım, A ve D’ye de bastım. Klavyenin kablosunu falan kontrol ettim. Maça başlayamadığım için seyirciler tarafından yuhalandım. Zor anlar yaşadım. Sonra kontrol tuşlarına bakınca gerçeği anladım. Tuşlar baştan aşağıya değişmiş. Bir anlam veremedim tabi EA’nın bunu yapmasına. Neyse ki tuşları klasik haline getirebiliyoruz.

Kontrollerle ilgili sürpriz daha bitmedi. Oyuna mouse da dahil edilmiş. İstersek kontrol şeklini ‘mouse and keyboard’ diye değiştirebiliyoruz.

Mouse and Keyboard

Yok canım olur mu öyle şey demezsek ayıp zaten. Nasıl bir şey bu diye merak ediyoruz elbette. Bu yeni sistem hakkında Fifa 09 yapımcıları tutorial tadında bir video hazırlamışlar ancak ben yine de kısaca bahsedeyim: Bu sistemde dediğim gibi mouse da dahil oluyor. W, A, S, D tuşları ile oyuncuları yönlendirirken mouse ‘un sağ, sol tuşları ve ortadaki tekerlek ile de pas orta ve şut eylemlerini gerçekleştiriyoruz. Ekranda küçük bir halka çıkıyor pas, orta ve şutu göndereceğimiz yerleri belirlememiz için. Bu kontrol sistemi başta gerçekten zor geliyor insana ancak alıştıktan sonra klasik sistemden daha faydalı olur diye düşünüyorum. Çünkü paslarınız, istediğiniz yerlere daha yüksek oranla gidiyor. Oyuna daha çok hakim olabiliyorsunuz ancak el çabukluğu çok önemli. Bu sistem güzel ama beğenmeyenler de çıkabilir. Ben şahsen kullanmayacağım.



Eski sistemle mi? Yoo yoo hayır.

Fifa’nın grafikleri önceki oyunlarda pek de öne çıkmazdı. Yani Pes’in grafiklerinin bir üstünlüğü söz konusu idi. Orta sınıf sistemlerle rahatlıkla oynanabilen bir oyundu Fifa. Fakat Fifa 09 kalıpları burada da yıkıyor. Artık Fifa’yı yüksek grafik seviyesiyle oynamak için çok iyi bir sisteme ihtiyacınız var. Grafikler çok iyi. İstediği sistem gereksinimlerinin hakkını veriyor. Kaplamalar, oyuncu modellemeleri, stadyum görünüşleri, çimler ve formalar, bunların hepsi muhteşem. Çimler artık o düz yeşil beton gibi değil. Oyuncular koşarken çimden toz toprak bile kalkıyor. Birçok oyuncunun yüzleri eklenmiş oyuna. Suratlar daha gerçekçi. Oyuncuların terini görebiliyoruz. Koşmalar, paslar daha bir hoş. Yapay zeka biraz daha gelişmiş. Oyuncuların güç ve hız farkı artık etkin biçimde oyuna dahil edilmiş. Yani süratli forvet oyuncularına defansların yetişmesi gibi bir durum söz konusu olmuyor. Güçlü oyuncularda ikili mücadelelerde daha avantajlı oluyor. Şutlar biraz daha gerçekçi, uzaktan gol olabiliyor. Ancak bunlar yine de yeterli değil. Fifa bu konuda Pes kadar iyi değil en azından.



Güneşli havalar da stadyum sebebiyle sahanın bir bölümü gölge olur malum. Ben buna güneş-gölge faktörü derim. Bu faktör Fifa serisinde sadece sahaya yansırdı. Yani gölgede bulunan oyuncu ile güneş gören oyuncunun parlaklıkları arasında bu zamana kadar fark yoktu. Pes ise bu farkı Pes 3’ten beri uyguluyor idi. Fifa 09’da sonunda bunun farkına varmış. Artık gölgedeki oyuncular daha bir soluk oluyor. Hava yağmurlu olduğu zamanlarda maç esnasında yağmur hızlanabiliyor, yavaşlayabiliyor veya durabiliyor. Bütün bu detaylar Fifa 09’u biraz daha iyi bir oyun yapıyor.

Sesler zaten mükemmeldi. Seyirci efektleri, tezahüratlar ve spiker bizi hep memnun etmişti bu zamana kadar. Fifa bu alanda Pes’ten hep bir adım öndeydi. Pes 2009 bakalım bu anlayışımızı değiştirecek mi?

Aynı Tas, Aynı Hamam, Aynı Fifa


Öncelikle yukarıda yazdığım bir takım yenilikler buradaki başlığın içine girmiyor ama oyunun büyük bir bölümü burada. Tamam, Fifa 2009 grafikleriyle farklı, kontrolleriyle farklı da, oynanabilirlik ne durumda ? Deve burada hendeği atlayamamış sevgili oyun severler. Top bildiğimiz Fifa serisinin topu. Yani balon, o balon hissi hala mevcut. Özellikle şutlarda ve uzun paslarda çok belli oluyor. Uzaktan gol olabiliyor ancak balon balondur. EA bunu yine becerememiş. Hakemler yine etkisiz amcalarımız. Faul olduğunda, taç olduğunda veya korner olduğunda Pes’teki hakemler el veya kollarıyla işaret ediyorlar. Yan hakemleri de aynı şekilde bayraklarını kullanıyor. Fakat Fifa’da ki hakem amcalarımız bu eğitimi almamışlar. Bir o yana bir bu yana koşuşturuyorlar sadece. Yan hakemler ellerinde bayrağı süs niyetine almışlar. Gerçi pek bir bayrak gibi de durmuyor, çünkü hiç hareket etmiyor bu bayrak, tahtadan gibi.



İş bunlarla bitmiyor tabi; birkaç farklı atak mevcut ama oyun kendini tekrardan kurtaramamış. Hep aynı pozisyonlar karşımıza çıkıyor. Kurtarışlar, ortalar hep aynı. Bu durum çok kötü. Koşu yolu pasları yine berbat. Doğru ara pası atmak imkansız gibi bir şey. Köşe vuruşlarında hep aynı şeyler oluyor. Oyun içindeki simülasyonlar hala bizim özgürlüğümüzü elimizden alıyor. Oyunculara tam anlamıyla hakim değiliz.

Simülasyonlar; oyuncumuz mesela topa doğru giderken bizle bağlantısı kesiliyor. Biz yönlendiremiyoruz. Aynı şekilde top kontrollerinde de bu sıkıntıyı yaşıyoruz. Çalım atmak da neredeyse imkansız. Çok hızlı koşarken bir anda adamımızı topla beraber geri çeksek de rakip defans oyuncuları da aynı hızda bizle hareket ediyorlar ki bu da saçma. Maçlarda az pozisyon oluyor. Bunun gerçekçilik durumundan iyi olduğunu söylemeliyim ama oyun zevkini düşürüyor. EA saydığım bu eksikliklere bir çözüm bulmazsa işi zor.



Yani alsak mı, yoksa almasak mı?

Bu soruyu cevaplamak zor. Fifa 2009 beklentilerinize göre değişkenlik gösteren bir oyun. Eğer çok şey bekliyorsanız, yani tam anlamıyla bir futbol oyunu bekliyorsanız Fifa 09 sizi tatmin etmez. Kendi düşüncem şu; ben Fifa 09’u oynamayacağım. Sadece grafiklere yüklenmek futbol oyunu için yeterli değil. Pes 6 oynamaya devam edeceğim. Ancak ‘be a pro’ özelliğini merak edenler ve London Fc gibi uyduruk isimli bir takım yerine Chelsea Fc ile oynamak isteyenler Fifa 09’u oynamalılar. ‘Be a pro Season’ oyunun en güzel yanı.

EA her sene yatıp sadece transferleri güncelliyordu. Bu sene bu değişmiş. EA Sports grafiklere de epey bir yüklenmiş. Ancak futbolun zevki oynanabilirlikte yatıyor. Umarım EA de bunun da farkına varır ve yine umarım Pes 2009 beklentilerimizi karşılar. Yoksa Pes 6’ya devam arkadaşlar.


Kaynak: pc-turk.com

21 Ocak 2009 Çarşamba

S.T.A.L.K.E.R.: Clear Sky


S.T.A.L.K.E.R.: Shadow of Chernobyl oldukça iddialı ve yaratıcı bir oyundu. Yakın gelecekte geçen Çernobil sonrası felaket teması diğer benzer oyunların arasında beğeni ile karşılanan bir değişiklikti ve oyunun hikayesi kendine has bir gizem ve korku barındırıyordu. Niyet çok iyi olsa da oyunun üreticileri fazla deneyimli olmadıklarından olsa oyun çeşitli bug’lardan ve iyi ayarlanamamış zorluk derecesi sebebiyle çoğu oyuncu tarafından fazla beğenilmedi, ancak her ne olursa olsun getirdiği yeni soluk ve oynanış ile açık geniş bir dünyada özgürce dolaşmak her oyunun sunabileceği şeyler değil ve bu özelliği S.T.A.L.K.E.R.’a haklı bir ün kazandırdı. GSC Game World’un yeni bir S.T.A.L.K.E.R. üzerinde çalışmakta olduğunu ve 29 Ağustos’ta tüm dünyada piyasaya çıkacağını duyurmuştuk, yeni oyun S.T.A.L.K.E.R.: Clear Sky ilk oyunun geçtiği dünyada bir yıl öncesinde olanları konu alan bir “devam” oyunu. (Prequel kavramına bir türlü şöyle adam gibi bir karşılık bulamadık gitti güzel Türkçe’mizde.) Oyuna ait yayımlanan ekran görüntüleri, videolar ve basın duyurularından oyunun neye benzeyeceğine dair edindiğim izlenimler ile geçtiğimiz hafta düzenlenen E3 2008 oyun fuarında kamuoyuna sunulanları şöyle bir paylaşayım.

Görünüşe göre Clear Sky ilk oyundan çok da uzaklaşmamış. Oyunda bir Stalker karakteri oynuyoruz ve ilk oyundaki kahramana karşı hareket ediyoruz bu sefer. Oyun esnasında Strelok’un başına Zone’a yaptığı ilk seyahatte neler geldiğini ve nasıl oldu da ilk oyunun başındaki o ölüm kamyonunda kendisini bulduğunu öğrenme şansımız var. İkinci oyunda aynı alternatif Çernobil patlaması gerçeğine tekrardan götürüyor bizi. Daha önceden de olduğu gibi bir çok örgüt ve grup güçlü “artifact”lerin peşinde bölgede birbirleri ile mücadele etmekte. Oyun boyunca sekiz farklı örgütten birini seçebiliyoruz, bu örgütler daimi olarak toprak, kaynak ve bilimsel puan uğruna birbirleri ile savaşmaktalar. Daha fazla toprak elde ettikçe daha fazla örgüt üyeniz oluyor, daha fazla kaynak elde ettikçe daha fazla paranız oluyor. Bilimsel puan topladıkça, mesela araştırma merkezleri gibi, daha fazla teknolojik eşya, silah vb objelere ulaşıyorsunuz. Bir örgütte yeteri kadar zaman harcadıktan sonra başına geçip diğer örgütlerin ana üslerine yağma saldırıları düzenleyebiliyorsunuz.



GSC Game World oyunun yapay zekasının geliştirildiğini ve yapay zeka tarafından kontrol edilen karakterlerin, düşmanların ve yaratıkların artık daha iyi korunma ve saklanma taktikleri kullanacaklarını ve benzer optimizasyonlar yapıldığını söylüyor. Yeni eklenen yaratıklardan birisi Marsh Beast isminde, kendisi görünmez bir yaratık ve bir anda bir grup askerin ortasına atlayıp elini attığı birisini kapıp etkisiz haldeki avıyla ortamdan uzaklaşıyor. Bir tanesi bile oldukça korku ve sorun yaşatırken grup halinde saldırmalarını düşünemiyorum şahsen.

Grafik özellikleri açısından Clear Sky ilk oyundan çok farklı değil. Gece-Gündüz geçişleri daha doğal hale getirilmiş ve güneş doğudan doğu batıdan batıyor ekran üzerinde, tüm karakter modellemelerine bir sürü yeni animasyon eklenmiş bir de. Yeni özelliklerden bir diğeri de volümetrik ışıklandırma, oyunu çok daha modern bir hava katmakta. Işık huzmeleri otların arasından ve pencerelerinden içinden geçerken, gölgeler çok daha detaylı ve gerçekçi. Ayrıca alan derinliği efektleri önceki oyuna göre daha iyi Clear Sky’da, oyunun yeni hava koşulları efektleri ise yağmur gibi hava olaylarını daha gerçekçi kılmış. Bu iyileştirmeler çok devrimsel bir gelişme olmasa da oyunun daha güzel görünmesini sağlıyor kesinlikle. Oyun grafik motorunun DirectX 10 desteği olacak ve oyunculara daha iyi materyal ve fizik efektleri sunacak.



İlk S.T.A.L.K.E.R. oyununda en çok şikayet edilen noktalardan birisi de ulaşım için harcanılan sürenin çok fazla olmasıydı, bir yerden başka bir yere yürümek çok fazla zaman alıyordu gerçekten. Yeni oyunda buna özel rehber noktaları ile çözüm getirilmeye çalışılmış. Bu rehber noktalar kısayol işlevi görüyor ve bu noktalar arasında gerçek zamanlı yürümek zorunda kalmadan doğrudan gidip gelebileceğiz artık, bir nevi teleportasyon gibi düşünebilirsiniz yani.

CSG Game World, Clear Sky ile S.T.A.L.K.E.R.’a ilkinden daha fazla dinamik bir dünya oluşturmak istiyor yeniliklerinden anladığım kadarıyla. Oyunda artık üst tarafta bulunan mini harita HUD kısmında örgütlerin durumu ile ilgili bir gösterge var, geçmekte olduğunuz bölgede hangi örgütün varlığı daha üstün belirtiyor. Clear Sky’daki yeni bölgelerden birisi Marshland bölgesi, Clear Sky ve Renegade örgütleri bu bölgeyi ele geçirmek adına mücadele etmekte, ele geçirmek için hangi görevleri nasıl yapacağınız size kalmış. Ancak bu tür örgütler arası mücadele oyunda zorunlu bir eylem değil yapmanızı gerektiren, ana görev yapısıyla doğrudan ya da dolaylı ilişkili değil. Daha çok etrafta özgürce gezinip RPG tarzı takılmak isteyen oyuncular için hedeflenmiş. Kimi zaman açık arazide o bölgeyi ele geçirmek üzere düşman örgüte karşı saldırıya başlamakta olan NPC’lere katılıp onlar ile birlikte savaşabilirsiniz, siz onlara katılsanız da katılmasanız da örgütler arasındaki mücadele ve savaşlar mütemadiyen devam ediyor. Kimi zaman başarı ile düşmanı yok ediyorlar kimi zaman da hezimete uğrayıp geri çekiliyorlar. Bunlardan birisine katılıp yardım etmeniz diğerlerine edemezsiniz anlamına gelmiyor, sıkılırsanız, ya da canınız isterse karşı tarafa geçebilirsiniz. Bu tür görevler size kurşun, silah ve zırh olarak geri dönmekte olduğu için salt bölge hakimiyetinin ötesinde sebepleriniz de var savaşmak için. Bir saldırı başarı ile sonuçlanıp düşman örgütün mekanlarından birisi ele geçirilince kalan diğer takımlar Zone içerisindeki diğer bölgelere ve düşmanı oldukları örgütün diğer üslerine doğru saldırıya geçiyor. Siz de bu esnada rütbenizi yükseltiyorsunuz örgüt içinde ve yetkiniz artıyor bu şekilde.



Shadow of Chernobyl’den aşina olduğumuz bazı bölgeler bu oyunda da, bir yıl önceki hallerinde, mevcut, yanında birkaç yeni bölge de var elbette Marshland dışında, mesela bir diğer yeni bölge Red Forest ismini taşıyor, eskiden yeşil bir orman olan bölge radyasyon sonucu kehribara bürünmüş ağaçlardan oluşuyor. İlk oyundan bir yıl önce geçtiği için görsel olarak daha yeşil ve canlı bir Zone var Clear Sky’da, ancak elbette ilk patlamadan kalan yıkıntılar ve enkazlar etrafta görülüyor. GSC Game World, baştan sona yeni bir devam oyunu çıkartmadan önce hikayedeki boşlukları kapatacak bir oyun yapmayı tercih ediyor bu yeni oyun ile, bundan da S.T.A.L.K.E.R.’ın Clear Sky ile sınırlı kalmayacağını ve ileride daha güzel ve daha derin oyunlarla karşılaşabileceğimiz anlaşılıyor.

Tamircilere uğrayarak silah ve zırhınıza tamirat yaptırıp özelleştirmeler yapabiliyorsunuz, silah modifiyesi bu oyunda çok daha ince ve detaylı hale getirilmiş, elinizde karıştırıp kullanabileceğiniz bir çok materyal var. Zırhınıza da çeşitli güçlendirmeler yapıp patlayıcılara, radyasyona ve kimyasallara karşı dayanıklılık katabiliyorsunuz. Bu işlemleri ister para verip yapın, isterseniz bunları temin etmekte olan insanların verdiği görevleri tamamlayarak yapın, burası tamamen size kalmış. Oyundaki envanter arabirimi ve iletişim için kullandığınız PDA aynen var tabii ki, hatta üzerlerinde çeşitli değişiklikler de yapıldığı söylenmekte ancak bunlar hakkında detaylar şu an bilinmiyor. Oyundaki “artifact” denen radyasyon etkisiyle çeşitli özellikler kazanmış eşyaların toplanması daha ilgi çekici hale getirilmiş, kullanabileceğiniz artifact sayısı beş bu sefer de ancak özellikleri daha etkili ve çeşitli, ayrıca artifact sayısı da oldukça arttırılmış. Artifact’leri bulmak için bazı dedektörlerin kullanılması işinizi kolaylaştırıyor.



Oyunda bu sefer de çok oyuncu desteği mevcut, LAN veya internet üzerinden maksimum 32 oyunu ile Zone üzerinde savaşmak mümkün. Çok oyunculu kısım tek oyunculu hikayeden farklı bir birim olacak ve CSG’ye göre tek oyunculu hikaye, ana görevlere odaklanılırsa sadece eğer, yaklaşık 20 saatlik bir oynanış sunacak. Clear Sky’ın PC dışındaki platformlara gelmesi konusunda firma yetkilileri bir şey söylemedi henüz ancak CSG’nin X360, PS3 ve Wii için geliştirme kitlerine sahip olduğu biliniyor, üçüncü oyunun konsollara da çıkması oldukça olası.



S.T.A.L.K.E.R.: Clear Sky, grafik motorunun geliştirilmiş hali ile çok daha etkileyici ve oynanışı zevkli kılan görsel öğeler katıyor oyuna, hem dinamik olarak hem de pasif olarak oyun dünyası boyunca bunlarla karşılaşacağız. Oyunda satın alınabilinecek silah, zırh ve ekipman sayısının artması ile oyuna çok daha güzel bir RPG havası getirilmiş. Yapay zeka, savaşlar, ekip ve örgüt yönetimi ile artifact’lerin kullanımının geliştirilmesi sayesinde hem önceki oyundaki boşlukları doldururken hem de aslında bir yandan da güzel bir oyun daha oynamış oluyoruz. Clear Sky, 29 Ağustosta raflardaki yerini alacak. Bize de alıp bir güzel oynamak düşecek.


Kaynak: xoyun.com

18 Ocak 2009 Pazar

Fable II

Continued Play: Oyunu bitirdikten sonra karakteriniz ile oyuna devam edebiliyorsunuz Credits yazıları bittikten sonra.

Unlock Sword of Aeons: Oyunu bitirdikten sonra kız kardesinizi öldürmeyi secin. Ardından Credits menusu gelecek ve oyuna devam ettiğinizde Sword fo Aeons`a sahip olacaksınız.

iyi oyunlar...

Fable II


Albion bir kez daha kaderini sizin ellerinize bırakmayı tercih ediyor, bu görev için hazır mısınız? Bir kere daha Albion topraklarında gezinip, karmanızı kendi ellerinizle belirlemeye hazır mısınız? Kahraman olmaya hazır mısınız? Peki ne tür bir kahraman olacaksınız? Fable isimli RPG – aksiyon oyunu bu soruyu ilk olarak 2004’de Xbox için, 2005’de PC için sormuştu, şimdi ise Lionhead Studios aynı soruyu Fable II ile tekrar soruyor. Microsoft Game Studios’un dağıtımcılığını yaptığı oyun yenilenerek bir kez daha, ama bu sefer Xbox 360 için çıktı. Bu sefer de bencil bir kötü adam olup para uğruna görevler yaparak başkalarının canını önemsemeden hayatımızı kurabiliyoruz, veya soylu ve onurlu bir kahraman olup masum ve iyileri korumak için elimizden geleni yapabiliyoruz. Verdiğimiz bu kararlar ise Albion’un geleceğini şekillendiriyor. Bakalım aynı masalı ikinci defa dinleyince neler oluyormuş.



Fable II , ilk oyunun bıraktığı yerden 500 yıl sonrasında geçen olayları konu alıyor. Yani ortaçağ yerine bu sefer sanayi devrimi öncesi bir Albion var karşımızda, kolonyal dönem ile aydınlanma dönemine yakın bir atmosfer, kaleler ve duvarlı yerleşim birimleri yerlerini kasabalara ve şehirlere bırakmış. İlkel de olsa oyunda ateşli silahlar var barut kullanan. İkinci oyunu oynayıp zevk almak için ilkini oynamanıza gerek yok, haliyle bir devam oyunundan çok serinin yeni bir oyunu diyebiliriz Fable II için. Ama elbette geçmişe dair bir takım referansları var oyunun. İlk oyunu oynayanlar için hoş sürprizler var ikinci oyunun içinde. İlk oyundaki karakterimiz büyüyüp yaşlanarak hakkın rahmetine kavuştuğu için bu oyunda yeni bir karakterler başlıyoruz, karakterimiz kadın veya erkek olabiliyor ve oyuna yaramaz bir sokak çocuğu olarak başlıyoruz, haylaz bir velet iken yavaş yavaş ilerleyerek Albion’un kurtarıcısı oluyoruz. Oyunun ana senaryosu basit ve kısa aslında, konu olarak da çok bir şey vermiyor doğrusu ilk oyun gibi. Kısaca bir kahramanın oluşması ve büyümesinin hikayesi diyebiliriz. Oyunun asıl ilgi çeken yönleri ise konu değil, ana hikaye akışının dışında kalan atmosfer ve öğeler oluyor.

Oyunun ilkine göre ilk ve herhalde en büyük yeniliği emektar köpeğiniz. Sizin sadece evcil hayvanınız değil aynı zamanda rehberiniz ve dostunuz çünkü bu dört ayaklı tüylü arkadaş. Köpek değil de kedi seven bir insansanız sizin için yapabileceğimiz bir şey yok. Köpek bir kahramanın en iyi dostudur çünkü. Eminim bir sonraki oyunda da hayvan dostlarımız için farklı seçenekler olacaktır. Şimdilik bununla idare edelim. Köpeğiniz sizi koşulsuz olarak seviyor. İstediğiniz kadar bağırıp çağırın ona, yaralarını iyileştirmeyin hatta hiç ilgi göstermeyin, fark etmez. Siz onun sahibisiniz ve o da hep sizin tarafınızı tutacak, sizin yanınızda olacak. Köpeğinizle oynayıp ona çeşitli ödüller verebilirsiniz, bu kendinizi daha iyi hissettirecektir. Her şekilde köpek sizin müttefikiniz ve işinde oldukça iyi. Yönünüzü bulmada çok işe yarıyor, burnuyla koklayarak saklı hazineleri ve gizli objeleri bulabiliyor, yaklaşmakta olan tehlikelere karşı sizi uyarıyor ve yere düşen düşmanlarınızın boğazını bir güzel kesiyor. Ona bir damla sevgi ve ilgi göstermeyebilirsiniz ama oyunun sonuna doğru onun yeteneklerine ne kadar bağımlı olduğunuzu göreceksiniz.



Köpeği siz kontrol etmiyorsunuz, tamamen kendi başına hareket ediyor ve yapay zeka köpeği yönetme konusunda oldukça başarılı. Ara sıra kendisini kapalı bir kapının içinden geçerken veya tüylerinin bir kısmının yüzey yapısının yüklenmediğini görebilirsiniz ama bunlar dışında başarılı bir ürün. Oyun Bowerstone isimli bir şehirde başlıyor, Sparrow ismindeki bir çocuk, yani siz, ablanız Rose ile birlikte sokaklarda yaşıyor ve günün birinde Fairfax kalesinde yaşamanın hayallerini kuruyorsunuz. Fairfax kalesinin lordu ise Lord Lucien. Bir gün pazara Mystical Murgo isminde bir tüccar gelir, kendisi büyülü eşyalar satmaktadır, Rose pek inanmaz bu adama ancak Theresa isminde yaşlı bir kadın doğru olabileceğini söyler. Böylece iki kardeş, sahibinin bir dileğini yerine getiren büyülü kutuyu almak için gerekli parayı toplamaya başlar. Bu esnada da eziyete maruz bırakılan bir köpek görürler ve onu kurtarırlar. Günün sonunda kutuyu alıp dileklerini dilerler ve kurtardıkları köpek de onların peşine takılır. Hikaye buradan sonra trajik ve klişe bir hal alıyor. İlk oyunda ailemizi öldüren kötü adamın peşinde gidiyorduk, bu sefer de başka bir kötü adamın peşine düşüyoruz, amaç yine intikam. Tek diyeceğim, dilekleri gerçekleşiyor ama oldukça kısa bir süre için ve sonu hiç de iyi bitmiyor, kalanını kendiniz oynarken görün. Sparrow, kendine geldiğinde yaşlı kadını ve köpeği yanında bulur, Theresa ona kahramanların kanını taşıdığını ve büyük kötü adamın planlarını engelleyip Albion’u kurtarması gerektiğini söyler. Böylece de büyük yolculuğumuz başlıyor.



Oyunda yönünüzü bulmanızı sadece köpeğinize borçlu değilsiniz elbette, ayrıca bir sonraki görevin nerede olduğunu gösteren ekmek kırıntıları var. Ekranın köşesini mini harita ile kapatmaktansa yön bulma işini ekmek kırıntılarını takip ederek yapıyorsunuz, böylece hem oyunun güzel manzarası bozulmuyor, hem de masalsı bir tat yakalanıyor. Dilerseniz bu özelliği devreden çıkartabilirsiniz. Fable II’nin dünyası ilk oyundakine göre oldukça büyük (yaklaşık on kat kadar) ve keşfedilmeyi bekleyen gizemlerle dolu. Doğrudan oynayıp sadece ana görevleri tamamlarsanız oyunu yaklaşık 10-12 saatte bitirebiliyorsunuz, ancak yan görevler ve ekstra işler ile oyunu %100 bitirmek için epey bir vakit harcamanız gerekiyor, yapımcı Peter Molyneux 100 saat üzeri diyor bu vakit için ama bunu deneme şansım olmadı ne yazık ki. Toplayabileceğiniz 50 gümüş anahtar, yıkabileceğiniz 50 Gargoyle heykeli ve açılacak dokuz Demon kapısı var, ek olarak da altı büyülü heykel var her birinin kendine ait gizemleri olan, çözmesi size kalmış. Ha, bir de hakkından gelmeniz gereken fahişeler ve parmağına yüzük takmanızı bekleyen kadınlar (veya erkekler) var bol bol.

Fable çıktığında en çok konuşulan, merak edilen ve eğlence kaynağı olan özelliği oyunun gerçekçi sosyal yönüydü. Dışarıdan oldukça masum bir Japon RPG’si gibi görünebilir ama Fable hayatın gerçeklerini elinden geldiği kadar gösterip yaşatıyordu. İkinci oyunda da bu sosyal özellikler korunarak genişletilmiş. Oyunda evlenmek, çoluk çocuğa karışmak, hemcinsleriniz ile evlenmek, zina icra etmek, hatta abartıp grup seks yapmak her türlü tek eşli ve çok eşli ilişkiye (her anlamıyla) girmek mümkün. Eşinizi aldatabilirisiniz, o da sizi aldatabilir. Eşinizden boşanabilirsiniz de, boşanmayı siz veya eşiniz isteyebilir. Eşiniz eceliyle veya başka sebeplerden ölüp sizi dul bırakabilir. Gerçek bir aile gibi, ne kadar fazla birlikte vakit geçirirseniz o kadar güçlü aile bağları oluyor ve eşinizin sizi terk etme ihtimali azalıyor. Bu bağlamda köpeğiniz eşinizden çok daha sadık oluyor diyebilirim.



Ekmek kırıntıları sayesinde bir göreve doğru giderken hatta bir görevi yapmaktayken o görevi bırakıp gidip etrafı keşfedebilir, evinize uğrayabilir hatta yan görevlere bakabilirsiniz. Diyelim kırıntıları takip ederek gidiyorsunuz, yan tarafta bir göl gördünüz, için ne var merak mı ediyorsunuz? Atlayın göle ve bakın ne varmış diye. İşiniz bittiğinde kırıntıları takip etmeye devam edebilir, göreviniz her neyse onu yapmaya dönebilirsiniz. Kırıntılar yolunuzu bulmanıza hep yardım edecek. Çoğu zaman kendimi yan görevlere kayarken veya ilgimi çeken başka şeylere yönelirken buldum, çünkü ne olursa olsun ekmek kırıntılarını takip ederek asıl görevime dönebiliyordum, bu sayede içinizdeki kaşif ruhunu sonuna kadar açığa çıkartabiliyorsunuz. İlginizi çeken neyse ona bakabiliyorsunuz. Dünya büyük olunca bu özellik de çok yerinde bir karar olmuş. Ana görevlere sonuna kadar sadık kalıp sadece gösterilen doğrultuda giderseniz körlemesine Albion’un büyük bir kısmını görmeyeceksiniz demektir. Böyle yaparak Fable II’yi hızlıca bitirebilirsiniz, ama bir kedi gibi hareket eden her nesne ilginizi çekiyor ve sizi kendine çekiyorsa korkmayın, istediğiniz gibi burnunuzun doğrultusunda gidebilirsiniz, hem oyundan daha çok şey alacak hem de herhangi şeyi ihmal etmiş olmayacaksınız. Albion içinde ne kadar zaman harcasınız oyunun sonunda daha çok şey elde edeceksiniz. Buna inanın.

Eğer acele etmeyip keyfinize göre takılırsanız Albion’un ilginç karakterler ile dolu oldukça ilgi çekici bir dünya olduğunu göreceksiniz. Lionhead ilk oyunu tam bir masal havasında işlemişti ama Fable II daha ciddi ve, nasıl diyeyim, nemrut ve acımasız resmedilmiş. Karanlık, evet karanlık doğru kelime sanırım. Ama basit bir karanlık dünya değil bu, yani şeytani yaratıkların ve zalim ruhların kol gezdiği kötü bir yer değil, daha çok atmosfer açısından. Oyunun geçtiği kurgusal zamana uygun bir şekilde aslında. İlk oyun için çocukluk ve ergenlik diyecek olursak bu oyun tam bir yetişkin. Başlarda ilk oyundaki gibi güzel ve renkli bölgeler var ama ilerledikçe daha buhranlı yerler çıkıyor karşımıza, Wraithmarsh, Bloodstone ve Bowerstone bunlardan bir kaçı. Sanayileşmenin ve çağdaş hayatın getirdiği sıkıntılar ve isli dünya da diyebiliriz. Kendimi ara sıra bir Charles Dickens romanında hissetmedim değil (kendisi Kemalettin Tuğcu’nun esinlendiği bir yazardır bana göre), modernleşen dünya o eski Fable’in fantastik masalsı çehresini değiştirmiş.



Albion’da ana görevleri gerçekleştirmek dışında yapacak bir sürü şey bulabilirsiniz, hatta oyun ekonomik manipülasyonu öğretiyor bir anlamda. İlk oyunun aksine Fable II’de her ev, her bina satılık. Hatta ana hikayeyi bitirdikten sonra paranız varsa Fairfax kalesini bile satın alabilirsiniz. Ekonomik sistem ise basit ama işlevli. Yolları eşkiyalardan temizlerseniz ve dükkanlarda bol miktarda para harcarsanız kasabanın ekonomisi büyümeye başlıyor. Ekonomi iyileştikçe fiyatlar da artıyor, hem gayrimenkul hem de dükkanlarda satılan eşyaların ücreti yükseliyor, neyse ki toptan bir enflasyon yaşanmıyor, onun yerine ürün ve fiyat yelpazesi genişliyor. Oyundaki emtiaların bir taban fiyatı, tam anlamıyla bir rayiç bedeli var, ve bazı faktörlere göre bunlar artıp azalıyor. Ekonomi iyi ise fiyatlar artıyor. Ancak kötü bir adam olup kasabayı yıkıp geçerseniz, dükkanlardan çalıp mülke zarar verirseniz ekonomiyi çökertip emlak değerlerini düşürebilirsiniz. Yani kısaca kötü niyetli bir müteahit olup yasadışı yöntemlerle ekonomiyi manipüle edebiliyorsunuz. Tabii isterseniz iyi bir idari yönetici olup her şeyi düzgün ve güvende tutarak insanların ve kasabaların zenginleşmesini de sağlayabilirsiniz, hepsi size kalmış. Fable II böylece sadece hayatın sosyal yönlerini değil, kapitalist yönlerini de öğretiyor acı da olsa. Ekonomiyi bir süre kötüye sürükleyip, fiyatı düşen varlıkları satın alıp sonra sinsi bir yatırımcı gibi işleri tersine çevirip ekonominin düzelmesini sağlayıp bundan kar elde edebilirsiniz. Satın aldığınız gayrimenkulleri ev olarak kiralayabilir veya işyeri olarak işletebilirsiniz. Kira ücretlerini ve dükkanlarınızda satılan malların fiyatlarını değiştirebilirsiniz. Fiyatları yüksek tutarsanız insanlar sizden soğuyacaktır. (Hacı ev sahibi mode: On) Kasabanın barını satın alıp içki fiyatlarını düşük tutarsanız herkesin sevgisini kazanırsınız (Emekli esnaf mode: On).

İktisat ve işletme meseleleri ile uğraşmayı tercih etmeseniz bile öyle ya da böyle paraya ihtiyacınız olacak. Özellikle de oyunun son safhalarında. Görevleri tamamlamak size ün kazandırıyor, ne kadar fazla Renown kazanırsanız o kadar ünlü oluyorsunuz ama size nakit sağlamıyor bunlar. Ünle de karın doymuyor tabii. Elbette elinize para geçirecek şeyler var, mesela Albion’un dört bir yanında bulacağınız hazine sandıkları ve çeşitli eşyalar. Ancak bunlar ne yazık ki oyunun sonlarına doğru ihtiyacınız olan kaliteli ve güçlü silahlar ile ekipmanları almak için yeterli olmuyor. Bir yerden sonra bir iş bulup çalışmanız gerekecek. Fable II bu alanda oldukça farklı yöntemler sunuyor size. İsterseniz mülayim bir insan olup bir işe girebilirsiniz, barmenlik, demircilik veya odunculuk gibi sıkıcı ve heyecansız işler var. Bu işlerin her biri birer mini oyun olarak geliyor. Mesela demirci olursanız bir çubukta hareket eden imleç yeşil kısma geldiğinde A tuşuna basmanız gerekiyor örsün başında. Birkaç başarılı basışın ardından bir kılıç yapıyor ve para kazanıyorsunuz. Bunu tekrarlayarak da kendinize ufak bir servet kazanabilirsiniz. Oyunun eleştirilen yönlerinden birisi de bu işler, tekrarladıkça zorlaşmadıkları ve yeni bir şey sunmadıkları için son derece sıkıcı oluyor ve para kazanmayı çok kolay hale getiriyor. Neyse ki Fable II’de memuriyet dışında da iş olanakları mevcut. Kelle avcısı, köle tüccarı, kumarbaz veya kiralık katil olarak da para kazanabilirsiniz. Bunlar elbette karmanızı etkileyecek, tercih sizin. Fable II’yi bitirdiğinizde Albion’un en meşhur kahramanı olacağınız kesin, ancak en zengini mi yoksa en çulsuzu mu olacağınız size kalmış.



Kasabalarda diğer insanlarla sosyalleşebiliyorsunuz, oyunun sosyal yönünden yukarıda az da olsa bahsetmiştim, şimdi detaylarına inebiliriz. Sosyalleşme için kendinizi aptal yerine koyup insanları etkilemeye çalışabiliyorsunuz. Kahramanımız oyunda hiç konuşmuyor, diğer karakterler ile yapılan “sohbet”lerde diyalog ekranları veya diyalog seçenekleri çıkmıyor. İletişim kurmak için Sims tarzı ifadelere bağımlıyız ilk oyunda olduğu gibi. İletişim kurmak istediğinizde karşınıza bir adet İfade Ekranı geliyor, oyunda 30’a yakın ifade var öğrenebileceğiniz ve NPC’ler üzerinde kullanabileceğiniz. Dans etmek, gaz çıkartmak, öpücük yollamak bunlardan birkaçı. Tüm ifadeler son derece absürt ve çizgi film havasında ancak Fable II’nin soysal yönlerini tatmak için bunları kullanmak zorundasınız.

Oyundaki her NPC’nin (Non Player Character, sizin dışınızdaki karakterler bir nevi) sizin hakkınızda belirli bir görüşü var ününüze, görünümünüze ve ahlakınıza göre şekillenmiş olan. Bu görüşü değiştirebilirsiniz ifadeleri kullanarak veya hediyeler vererek. İnsanların sizden hoşlanması işinize yarayabiliyor, dükkanlarda alışveriş yaparken indirimler olabiliyor, tabii sevgi (ve şehvet) duyguları da uyandırabiliyor. Bu noktada Fable II rol yapma oyunlarının ruhunun üstüne tepiniyor bir güzel. Oyunlarda gelmiş geçmiş en adi ve şerefsiz karakter olabilirsiniz, kasabaları topyekun katletmiş veya en yakın arkadaşınızı Temple of Shadows’a götürüp kurban olarak sunmuş olabilirsiniz, masum tavşanları bile öldürmüş olabilirsiniz ama bir dükkandan indirimli bir şeyler almak için kasabanın ortasında salak gibi dans ediyorsunuz. NPC’lerden birisi size derin felsefi bir soru yönlendiriyor ve tek verdiğiniz cevap başparmağınızı yukarı veya aşağı tutup göz kırpmak oluyor. İlk Fable için bu ifadelerle kurulan iletişim tarzı sırıtmıyordu ancak Fable II’nin daha ciddi ve kimi zaman karanlık ve bunaltılı atmosferinde bu çiğ hareketler ve soytarı gibi davranışlar oldukça sırıtıyor, kısacası uymuyor.



Yersiz durması bir yana, Fable II’nin sosyal etkileşimleri baştan sona yapay ve bayağı. Sosyalleşmek istediğinizde normalde bir rol yapma oyununda olması gerektiği gibi rol yapıp diyalog kurmuyorsunuz. Sadece önceden belirli olan saçma animasyonları harekete geçiren ifadeleri seçip kullanarak çeşitli ölçü çubuklarını istediğiniz tepkiyi alana kadara oynatmaya çalışıyorsunuz. Üstelik karşınızdakinin hoşlandığı ve hoşlanmadığı şeyleri görsel ve ifadesel ipuçlarından da bulmuyorsunuz, bir menü aracılığı ile herkesin düşüncelerini ve tercihlerini görüyorsunuz, bu tam tüm bu süreci bayık ve yapay kılıyor.

Albion’da kötülerle (veya duruma ve tercihinize göre iyilerle) mücadele ederken tek tabanca olmak istemiyor ve dünyaya bir şeyler bırakmak istiyorsanız ününüzü, çeşitli hediyeleri ve repertuarınızdaki ifadeleri kullanıp karakterlerin size aşık olmalarını sağlayabilirsiniz. Bir nikah yüzüğü ve yaşayabileceğiniz boş bir eviniz varsa ilginizi çeken (veya ilgisini çektiğiniz) herhangi bir kadın veya erkek ile (kendi cinsiyetinizden bağımsız olarak) evlenebilirsiniz. Evlenince de seks yapabilirsiniz, ne yazık ki bu sahneler herhangi bir mini oyun içermiyor ve pek bir şey görmüyorsunuz. Doğum kontrol yöntemlerine başvurmazsanız da boy boy çocuklarınız olabiliyor. Evet, Fable II’de de prezervatif denen şey var ve korunmadan gireceğiniz her türlü cinsi münasebet size bebek ve zührevi hastalıklar olarak dönüyor. Neyse ki tek gecede ikisi birden olmuyor. Kadın bir kahramansanız merak etmeyin, hamile kalınca dokuz ay on gün boyunca oturup beklemeniz gerekmiyor, hamile kaldığınız anda zaman hızla ileri sarıp doğum anına geliyor ve yatağınızın ucunda bir beşiğin içinde çocuğunuz beliriveriyor. Hoş, aş erme kısmı olsaymış ilginç olurmuş, özellikle de erkek bir karakterken ve eşiniz hamileyken karınızdan gelen yiyecek görevleri eğlenceli olabilirdi.



Bebeğiniz zaman içinde büyüyor ve çocuk olarak size olan sevgisi sonsuz. Doğrusu zor bir maceradan sonra eve döndüğünüzde size koşup sarılan bir çocuğunuzun olması pek bir duygusal ve dokunaklı oluyor, en azından Sims’den daha gerçekçi sosyal ilişkiler açısından. Ancak eşiniz, çocuğunuzun annesi tamamen bambaşka bir olay. Evlilik bu oyunda oldukça zorlayıcı bir şey, hatta bir ayakbağı. Eşlerin en anlayışlı en mahzun olanı bile ilgiye muhtaç, ancak bir oyun oynamakta olduğunuz için yapmanız gereken görevler var, ve böyle maceralı bir hayat tarzı sürerken bir yandan da karınıza istediği ilgiyi göstermek kulağa geldiğinden daha zor. Düzenli olarak evinize uğrayıp ailenizi ziyaret etmediğiniz takdirde bol miktarda dırdıra maruz kalacaksınız. Bu aile içi yabancılaşma devam ederse çok geçmeden sizi boşayacaktır karınız, Albion’u kurtarmak evliliği kurtarmaktan sanki biraz daha kolay olmuş gibi ya, neyse. Anlamsız ifade ve mimiklerinizi kullanıp istediğiniz kadar evlenip çocuk yapabiliyorsunuz ne de olsa, giden gitsin.

Elbette Fable II bu tür dünyevi işlerin ön planda olduğu bir oyun değil, ve bir RPG olarak (veya bir Aksiyon-RPG olarak) dövüş olmadan olmaz. Karınızla ağız dalaşı yapmadığınız zamanlarda tekinsiz topraklarda, şehirlerden uzakta haydutlarla ve çeşitli yaratıklarla kılıç kalkan oynuyorsunuz bol bol. Fable II basit ama bir kadar kullanışlı ve başarılı bir dövüş sistemine sahip. X tuşu normal silahlar için, yani kılıç, balta, mızrak vs. Y tuşu ise menzilli silahlar için, B tuşuyla da büyü kullanıyoruz. Dövüş sisteminin en güzel yanı ise bunları birleştirip kombine ederek akıcı ve etkili saldırılar yapabilmemiz, bu dövüşlerin eğlence katsayısını arttırıyor. X’e birkaç kez basıp önce bir iki güzel kılıç hamlesi yaptıktan sonra tabancanızı çekip düşmanın alnının ortasına hoş bir iz bırakıp üzerine tatlı olarak da bir Inferno büyüsü ile flambe yapın, sıcak bir şekilde servis edin, afiyet olsun. Fable II bu açıdan lezzetli bir oyun, tamam klasik ve ağır RPG’lerin komplike dövüş sistemlerinden yoksun, ama aksiyon oyunlarında pek olmayan hızlı ve renkli dövüşler ile bunu çok iyi dengelemişler. Bu oyuna bundan başkası gitmezdi zaten.

Oyunda üç farklı dövüş öğesini ne kadar çok karıştırarak kullanırsanız (kılıç+tabanca+büyü) o kadar çok deneyim puanı kazanıyorsunuz. Toplanan deneyim puanlarını silahlarınız için yeni özellikler açmakta, güç veya isabetinizi arttırmakta ve büyülerinizi geliştirmekte kullanabilirsiniz. Brutal ve Dexterous Style’da bulunan tüm seviyeleri açıp aldıktan sonra karşınıza çıkan herkesi ve her şeyi pataklayabilirsiniz demektir. Büyü kullanmak için herhangi bir kaynak kullanmıyorsunuz, ilginç bir yaklaşım olmuş büyü kullanımı için, mana veya herhangi türden bir enerji yok, düşmanlarınıza istediğiniz büyüyü istediğiniz yoğunlukta ve sayıda yapabilirsiniz. Dövüş sistemi kullanım kolaylığı açısından düzgün ve akıcı yapılmış, asla akıl almaz karışıklıkta bir şeye dönüşmüyor, ve haliyle eğlenceli dediğim gibi, ancak tek bir sıkıntı var, bu kadar kolay bir dövüş sistemi bol miktarda düşman gerektirir tam anlamıyla eğlenceli olabilmesi için ama Fable II buna rağmen düşman açısından çok fazla çeşit ve zorlayıcılık sunmuyor.



Oyunlarda son yıllarda baş karakterin ölümlüğü konusunda farklı deneyler görüyoruz, genel kanı artık karakterin ölmesinin pek tercih edilen bir şey olmadığı yönünde, bu yüzden HP gibi terimler gittikçe daha az karşımıza çıkıyor ve can seviyesini gösteren yeşil çubuk geçmişe ait bir anı olma yolunda ilerliyor. Lionhead yapımcıları bir kahramanın asla ölmeyeceği düşüncesinden yola çıkarak Fable II’de karakteri bir nevi ölümsüz yapmışlar. Evet böyle masalsı arkaplanı olan bir oyun bir kahraman olarak ölmememiz mantıklı ancak bu demek değil ki zorlanmamalıyız. Fable II’de birkaç dövüş dışında gerçekten beni zorlayan bir şey göremedim, bu da işin tadını kaçırıyor ne yazık ki. Bakalım ne olacak deyip kasten ölmeye çalıştığımda hüsrana uğradım, “Knocked out” olan karakter sadece o dövüşte kazandığı deneyim puanlarını kaybetti ve bir iki ufak yaraya sahip oldu, saniyeler içinde ise tekrar ayaklarının üstündeydi, başarısızlık ve dövüşte kaybetmenin cezası daha fazla olmalıydı. Oyundaki düşmanların çeşitsizliği demiştim, böyle büyük bir dünyaya sahip olan bir oyunun kesinlikle daha geniş bir düşman ve yaratık katalogu olmalıydı. Çıkan yaratıklar en azından daha zor, daha merak uyandırıcı ve korkutucu olsaydı bu kadar olmazdı hayal kırıklığı. Ne de olsa fantastik bir dünyada geçiyor oyun ve fantastik bir oyun dünyası yaratık demektir bol miktarda ve giderek güçlenen ve insanı zorlayan. Sadece Troll’ler gerçek anlamda bir tat verebiliyor ama onlar da pek sık karşılaşacağınız düşmanlar değil. Masal ve fantezi dozajı daha yüksek olmalıydı.

Oyunda dövüşlere ve sosyal etkileşimlere biraz tat katıp güzelleştirmenin en bariz yolu olarak Co-Op görünüyor, yani oyuna yanınıza bir başka oyuncuyu davet edip birlikte oynamak. Online Co-Op Fable II ile birlikte çıkmamıştı, onun yerine sonradan indirilebilir güncelleme olarak sunuldu. Online yanında bir de offline olarak aynı konsol üzerinden iki kişinin oynayabileceği bir co-op modu var. Eğer oyuna başlamadan ayarları yapar ve Online olarak gözükmeyi ve görmeyi seçerseniz, ve eğer bir Xbox Live hesabınız varsa, Fable II’yi o an oynayan herkes ile aynı anda oynuyorsunuz, kendi oyununuz içinde diğer oyuncuları hareket eden (veya duruyorlarsa duran) kürecikler olarak görüyorsunuz, bunlara Albion küreleri deniyor, her küre ayrı bir oyuncu ve o esnada aynı sizin gibi oyunu oynamakta. Bu kürelerle, yani diğer oyuncular ile konuşabilir, elinizdeki eşya ve silahları takas edebilir, onların karakter özelliklerine bakabilirsiniz, ve dilerseniz, iki taraf da kabul ederse online co-op oynamaya başlayabilirsiniz. Bu noktada Fable II online co-op mefhumuna bambaşka bir bakış açısı getiriyor ve klasik lobi anlayışından kurtarıyor bizi, doğrudan oyun içinde görmek hem kolaylık hem de oyunun dinamik bir yapısı olduğunu gösteriyor, böylece tek oyunculu bir devasa online oyun havası yaratıyor. Dilerseniz oyunu baştan sona birlikte oynayabilirsiniz, co-op ile sadece görevleri birlikte yapmıyorsunuz, aynı zamanda NPC’ler ile birlikte iletişim de kurabiliyorsunuz. Co-op’a sonradan dahil olan kişi oyun esnasında kazanılan altın ve deneyimleri paylaşıyor, co-op’tan çıktığında ise kazandıkları asıl karakterine ekleniyor. Paylaşma kısmını oyuna başlamadan önce birlikte karar veriyorsunuz, ne kadarı sunucu oyuncuda kalacak, ne kadarı davet edilende önceden ayarlanabiliyor. Dilerseniz diğer oyuncuyu yancı olarak değil de paralı asker olarak tutabilirsiniz, hani oldu da bir yerde takıldıysanız ve geçmekte zorlanıyorsanız yardım etmesi için birisini tutabilirsiniz, bu şekilde tüm kazanılan “renown” ve altınlar ona gidecek ama deneyim puanının hepsi sizin olacak. Ayrıca iki kişi girilen dövüşlerde ekstra kombinasyonlar yapabiliyorsunuz ve bundan ekstra deneyim kazanıyorsunuz. Biriniz düşmanı tutup havaya fırlatıp diğeri de çekip onu havada vurabiliyor mesela. Sonuçta Fable II’de ne kadar çok düşman öldürdüğünüz değil, düşmanları nasıl öldürdüğünüz önemli, ne kadar renkli bir savaş olursa düşen deneyim de o kadar fazla oluyor, iki kişi dövüşmenin rengi, tadı, kokusu arttığı için deneyim de buna göre artıyor. Oyunu tamamen bitirmek için açmanız gereken Demon Doors isimli kapıların birkaçı sadece co-op ile açılabiliyor, eğer bitirme konusunda takıntılıysanız öyle ya da böyle bir yardımcıya ihtiyacınız olacak.



Offline co-op ise biraz sıkıntılı, aslında teknik olarak hemen hemen her şey aynı online co-op ile ama tek fark kiralık asker olarak oyuna davet ettiğiniz ikinci oyuncunun kendi karakterini yanında getirmesi lazım, eğer önceden bir karakteri yoksa hemen oracıkta bir karakter yapabilir veya hazır karakterlerden istediğini seçebilir. Karakterin tüm deneyim puanları ve yetenekleri co-op içine taşınabiliyor ama silahları ve karakter modellemesi taşınamıyor. Eğer ki önceden bir profili varsa bu yancı karakterin, oyundan çıktığında kazandıkları profiline, yani asıl karakterine transfer oluyor.

Co-op’da pek eğlenceli olmayan birkaç yön daha var, mesela asıl oyuncu bir menüye girdiğinde veya bir dükkandan alışveriş yaparken yancı oyuncu o esnada herhangi bir şey yapamıyor çünkü oyun onun için duraklatılmış hale geliyor. Bir diğer can sıkıcı unsur ise kamera. Hem online hem de offline co-op tek bir ekran üzerinden oynanıyor, ayrık ekran yok, haliyle kamera açısı da iki oyuncuya göre ayarlanabilecek en uzak noktaya geliyor, bu da epey geriden ve yukarıdan gösteren bir kamera açısı oluyor. Co-op’da kamerayı özgürce döndürüp çevirip yakınlaştırma veya uzaklaştırma da yapamıyorsunuz, sadece asıl oyuncunun arkasına gelecek şekilde merkezlenebiliyor, yancı oyuncu için kendini arka planda hissettirecek bir şey. Co-op’da arkadaşınıza saldırıp onu öldüremiyorsunuz (üzgünüm Brütüs ruhlu oyuncular), birlikte NPC’leri kesebilirsiniz yaratıkları olduğu gibi ama birbirinize zarar veremiyorsunuz kesinlikle, ve ayrıca yancı oyuncunun bir köpeği de olmuyor ve tamamen asıl oyuncunun köpeğine bağımlı oluyor. Co-op’da yancı oyuncuların işe yaradığı eğlenceli bir yön ise kiralık katillik. Oyunda eşinizden (karı veya koca neyse artık) kurtulmanın tek hızlı ve kesin yolu onu öldürtmek, daha doğrusu co-op yancısının öldürmesi, çünkü siz öldüremiyorsunuz, boşanma talebi gelmesini bekliyorsunuz, öte yandan yancı arkadaşınız hiç zorlanmadan hayat eşinizi temizleyip sizi bu dertten kurtarabilir, eğer o evlilikten doğmuş bir çocuğunuz varsa onu da kasabanın yetimhanesinde bulabilirsiniz.



Nasıl bir kahraman olmak istiyorsunuz peki bundan sonra? Aile babası, tek tabanca, müzmin bekar, çok eşli bir libido çeşmesi mi yoksa kötü bir katil, veya herkesin dostu bir iyilik meleği. Ya da önce herkesin dostu olup sonra hepsini Temple of Shadows’a götürüp kötü tanrıya adak olarak mı sunmak istersiniz? Seçim sizin. Ancak sanmayın ki bu seçimler ve oyundaki iyilik-kötülük çok büyük farklar ve değişiklikler sunuyor. Evet, karakterinizin dış görünüşü ve diğer insanların size bakış açısı değişiyor, ancak dünya üzerinde çok büyük şeyler beklemeyin, ancak bu bile oldukça etkileyici olmuş bence. Oyunda sadece iyilik/kötülük dengesi yok, aynı zamanda bir saflık/yozlaşma dengesi de var. İyi bir kahraman olup aynı zamanda yozlaşmış bir insan da olabilirsiniz. Sürekli kiraları arttırıp hanlarda içerek vaktinizi geçirirseniz ruhunuz ve bedeniniz yozlaşmaya başlar. Peki diyelim bir grup köleyi kötü efendilerinden kurtardınız, onları özgür mü bırakırsınız yoksa feodal yapının gerektirdiği gibi başka bir efendiye mi teslim edersiniz? Fakirlere yardım edip sağlıklı beslenirseniz sadece iyi değil aynı zamanda temiz bir kahraman oluyorsunuz. Bu iki denge üzerinde oynayarak oldukça çeşitli karakterlere sahip olabiliyoruz.

İlk oyunda olduğu gibi siz kötüleştikçe dış görünüşünüz de şeytani bir hale bürünüyor, başınızdan boynuzlar çıkıyor, iyi davrandıkça da kafanızda bir hare beliriyor. Saflık – yozlaşma seviyeniz ise vücudunuzun şeklini değiştiriyor, fazla alkol tüketip sık sık et yerseniz haliyle şişmanlıyorsunuz ve bu sefer de cimri şişman tefeci görünümüne bürünüyorsunuz. Formda kalmak için yediklerinize dikkat etmeniz lazım. Ayrıca eğer iyi bir insansanız co-op’da yanınıza davet ettiğiniz yancı kötü olduğunda insanlar biraz ters bakabilir size. Bu gibi kararlar hem karakterinizi zenginleştiriyor hem de oyundan alınması muhtemel zevkleri çeşitlendiriyor, dünyaya çok kalıcı ve büyük değişiklikler olmuyor ama yine de çok eğlenceli. Diğer yandan sizi en çok etkileyecek ve düşündürecek olan bir takım seçenekler de var. İyi veya kötü olmayı seçmek aslında çok da ciddi kararlar değil, çünkü istediğiniz zaman taraf değiştirip kişiliğinizi değiştirebilirsiniz, bir süre uğraşırsanız karanlıklar prensinden Aziz Patrick’e dönebilirsiniz. Fable II’de az da olsa daha ciddi seçenekler var, mesela karşınıza çıkan bir seçenek sizden yüklü miktarda deneyim puanı isteyebilir, veya altın. Ahlaki davranışların ön planda olduğu bir oyunda dünyevi varlıkları ilgilendiren seçimlerin daha çok zorlayıcı olması aslında kötü bir şey, tam tersi olması gerekiyordu.



Toparlayacak olursam, Fable II, ilkinin ışığında emin adımlarla yapılmış ve türün oyuncularını rahatlıkla memnun edebilecek kapasiteye sahip bir oyun. En azından eğlenceli ve farklı olduğu için Albion’da harcadığınız zamana kayıp gözüyle bakmayacaksınız. Dövüş sistemi basit ancak hızlı ve etkili, kombine saldırılar ise çok eğlenceli. Oyunun atmosferi, dünyanın yapısı, gece gündüz geçişleri sizi sıkmadan saatlerce oynamanıza olanak sağlıyor. Sosyal yönü konusunda bir eksiklik var, ilk oyunda sırıtmıyordu ama bu oyun çok daha ciddi bir atmosfer sunarken sosyal etkileşimler aynı basitlikte ve komik ifadelerden öteye geçemiyor. Asıl görevler dışındaki öğeler bir nebze eğlenceli ama devamlılığı yok, kısa yoldan bol para kazanmak için bir süre katlanmanız gereken bir şey, zorunlu askerlik gibi bir görev sanki. Oyun içinde HUD kullanılmaması ve tüm işlevi köpeğin yapması daha gerçekçi kılmış oyunu ve Dead Space’de olduğu gibi ayrı bir tat katmış. Velhasıl-ı kelam, Fable II güzel ve başarılı bir devam oyunu, getirdiği yenilikler getiremediği yeniliklerin eksikliğini giderir cinsten olduğu için de oynanabilirliği yüksek. En azından ilkini oynayıp beğenen herkes bunu da beğenecektir. Denemeye değer

kaynak: xoyun.com

15 Ocak 2009 Perşembe

Crysis Warhead

Oyunun kısayol exe'sine sağ tıklayın ve özelliklerden hedef satırının sonuna -DEVMODE komutunu ekleyin.

Örneğin: "C:\Program Files\Electronic Arts\Crytek\Crysis\Bin32\Crysis.exe" -DEVMODE



F1 - 1. Kamera modu/3. kamera modu.

F2 - Sonraki varış noktası.

F3 - Uçma/Durvardan geçme modu.

F10 - Önceki varış noktası.

NUMPAD 1 - Roketatar, Pompalı, Alien MOAC.

NUMPAD 2 - Sınırsız cephane.

NUMPAD ENTER - Debug menü.

Oyun esnasından é tuşuna basarak konsolu açın ve aşağıkida kodları girin:


r_displayinfo 0/1 - Görüntü hızı bilgilerini verir.

g_godmode 1 - Ölümsüzlük.

i_noweaponlimit 1 - İstediğiniz kadar silah taşırsınız.

i_unlimitedammo 1 - Sınırsız cephane.

i_giveallitems - Tüm silahları verir.

g_suitSpeedMult = 2 - Daha fazla hızlı nano giysi.

ai_UseAlternativeReadability - Kore askerleri korece konuşur.

V_goliathmode 1 - Oyundaki tüm araçların hasar almaz.


Sınırsız gece görüşü
Aşağıdaki kodları konsora girin:


hud_nightVisionConsumption = 0

NBA 2K9

2KSports takımı
Kod olarak 2ksports'u girin.

NBA büyük takımı
Kod olarak nba2k'yı girin.

Konsept takım
Kod olarak vcteam'i girin.

Superstars takımı
Kod olarak llmohffaae'yi girin.

ABA topu
Kod olarak Payrespect'i girin

Crysis Warhead Oyun incelemesi




Dönelim oyuna, 2007’de çıkan Crysis’in en çok ilgi toplayan yönlerinden birisi, size bir bölümü geçmek için kendi yolunuzu yaratma imkanı sunmasıydı. Etrafa ateş ve yıkım saçarak Battal Gazi usulü ilerleyebilir (ki oyun daha çıkmadan bir düşmanı tutup öbürünün üzerine fırlattığı görünce Nomad’in “aha Battal Gazi” demiştim) ya da daha sinsi ve sessiz bir yöntemi tercih edip kenardan köşeden dolaşıp düşmanları tek tek indirerek ilerleyebilir, en olmadı kimi kısımları koştura koştura arkanıza bakamdan es geçerek ana görevleri tamamlayacak şekilde ilerleyebilirsiniz. Bu şekilde oldukça fazla sayıda değişik oynanışı kullanarak bitirebileceğiniz bir oyun demek Crysis, EA ve Crytek yakında çıkacak olan bağımsız Warhead eklentisi ile bu formülü aynen kullanmayı planlıyor. Oyundan ufak bir kuple göstermeyi lütfetti Crytek, ilk izlenimlere şöyle bir göz atalım şimdi.

Bir çok açıdan Warhead, Crysis’den farklı bir oyun aslında. Warhead’in nasıl bir oyun olduğunu merak ediyorsanız Crysis’i alın ve aksiyon oranını arttırın. Bu oyun biraz daha erkeksi bir FPS olacak gibi, devasa silahlı çatışmalar ve patlamalar bakımından oldukça zengin. Hatta, ilk Crysis oyunu için buna nazaran daha akıl gerektiren bir deneyimdi diyebilirim.Crysis, tam bir kedi fare oyunu idi tropik bir ormanda geçen, Warhead ise o ormana havaya uçurmak ile ilgileniyor. Warhead, selefi ile aynı zaman çizelgesini takip etmekte, bu sefer Nomad olarak değil, Çavuş Michael Sykes, nam-ı diğer, Psycho olarak oynuyoruz. Kendisi ilk oyundaki kahramanın kankası olan İngiliz aksanlı iri yarı komando arkadaş, Crysis’in ortasında kendi başına bir yol seçip ekipten ayrılarak hareket ediyor, ve oyunun sonunda tekrar çıkıyordu, hatırlarsanız bir uçak gemisinin uçuş güvertesinde ele geçirilmiş bir uzaylı savaş makinesi ile birlikte buluyorduk kendisini. Psycho’nun başından neler geçti ve nasıl oldu da öylesi devasa bir ganimete kondu? İşte bunlar Warhead’in hikayesini oluşturan şeyler. Yapımcıların dediğine göre Psycho’nun yaptıkları, en az Crysis kadar uzun bir oyun olacak. Warhead, asıl oyundan kesilerek özel olarak yapılan tek seferlik bir oyun olduğu için de, uygun ve doğru bir sona sahip olacak, en azından yapımcılar bunu iddia ediyor.



Crysis bir milyondan fazla satmış olabilir, ve bir çok ödülü de kapmış olabilir, ancak Cevat Yerli bu konuda şunları söylemekte: “Geliştirme ve iyileştirme yapılabilecek bir çok alan var daha ve Warhead ilk oyunla ilgili gelen şikayetlerin bir kısmını gidermeye yönelik olacak. Bazı oyuncuların, oyunun sonu ile ve bazı kısımların doğrusallığı ile ilgili sıkıntıları oldu, bir kısmı da çevre ile daha fazla etkileşimli olmasını istedi. Warhead ile bunları hesaba katarak daha erişilebilir ve revaçta olacak bir şeyler yapmayı hedefliyoruz.”

Warhead’in Skyes hakkında olacak olması, daha iyi bir hikaye anlatımı getirilmesine yardımcı oluyor. Crysis’de kahraman kimliği pek öne çıkmayan, yüzü görünmeyen bir askerdi, ve oyundaki her şey birin şahıs gözünden görülüyordu. Warhead için tasarımcılar daha standart üçüncü şahıs ara görüntülerine doğru bir kayma düşünüyor ve bu ara sahneler Skyes’ın göründüğü şekilde olacak. Skyes’ın oldukça renkli bir karakter olduğunu da unutmamak lazım. Yontulmamış bir elmas olarak betimliyor oyunun kıdemli tasarımcılarından Bernd Diemer kendisini. Bir şeyleri havaya uçurmayı seven bir adam, Hatice ile fazla uğraşmayıp, doğrudan netice ile ilgilenen ve bu işlemi de hızlı tutmayı seven bir adam, düşünmeye, şüpheye ve konuşmaya fazla vakti yok deniyor onun için. Oyunun adı da işte buradan çıkıyor, patlayıcı, agresif ve doğrudan bir karakter olan Psycho, oyunda bunlar göz önünde tutularak ilgi çekici yollar ile gösterilmek istenmiş.



Warhead’da daimi olarak patlamaya ve aksiyona çok fazla yer ayrılmış, bunu destekleyecek üç yeni silah çeşidi var. Patlayıcılar ve bir bomba atar var, bunlar önceden programlanıp temas üzerine patlayacak şekilde veya uzaktan kumandalı bombalar şeklinde ayarlanabiliyor. Yeni otomatik silahlar da var ayrıca, hafif makineli tüfekler oldukça ilgi çekici şahsen, her zaman için iki SMG alıp aynı anda ikisini birden ateşlemeyi sevmişimdir.

Oyun yapımcıları oyunun başlarından bir bölümü oynayarak gösterdiklerinde (bölümün ismi Ambush) daha ilk dakikada yoğun ve kıvamında bir aksiyon ile karşılaşıldığını görmemek elde değil. Asker taşıyan araçlar dört bir yandan gelip alana donanma askerlerini bırakıyor, jetler sağı solu bombalayarak üzerinizden sağır eden bir sesle geçiyor, telsiz anonslarla dolup taşıyor. Crysis’in ilk bölümü olan Assault gibi düşünün, ama oradaki enerji ve hareket aynı yüksek derecede baştan sona korunmakta. Gürültülü ve telaşlı, ancak yapımcılar Call of Duty tarzında lineer bir oyun yapma çabası içinde değiller bunlarla. Warhead, serinin nanosuit felsefesini devam ettirmekte, ileri teknoloji ürünü zırh ile güçlerinizi, taktiklerinizi ve stratejilerinizi savaşın ortasında değiştirme olanağı aynen devam ediyor. Savaş alanları bu sefer de geniş ve açık, bu da savaşırken önünüze bir çok farklı opsiyonu tercih etme şansı sunuyor. Oyunun temelinde bu sefer de hız, güç ve gizliliği ortak kullanmak yatıyor bir yere kadar.



Warhead, Crysis ile eşzamanlı olarak geçtiğinden ilk oyunda olan çoğu şeyi tekrar görecek olmak sizi şaşırtmayacaktır diye düşünüyorum, mesela tanklar ve helikopterler. Yine de, Warhead birkaç yeni araç içeriyor. Yeni bir zırhlı personel taşıyıcısı var mesela, bir de farklı tipte silahlar ile donanmış çeşitli türleri olan bir ileri keşif aracı var. Dahası da olacağı yönünde bilgiler aldık hem araç hem de silah yönünden ancak gösterilen ufak bölümde görebildiklerim bunlardı.

Yerli ve Crytek firması için Warhead, Crysis’in yeniden piyasaya sürülmesi önemini taşıyor. Crytek programcıları son bir yılı oyun motorunu optimize etmek ve ayarlamakla harcamış, hem performansı hem de görselliği iyileştirmek için. Warhead, yenilik olarak bir partikül sistemi taşıyacak, ve bir de görsel kaliteyi neredeyse performansı hiç etkilemeden yükseltecek olan bir küresel çevre ışıklandırma sistemi olacak. Detay bakımından da gelişmeler var, insanların cildi üzerindeki sivilcelerden tahta plaka üzerindeki çizgilere kadar hem de. Cevat Yerli tüm bunların DirectX 9 ile yapıldığını söylemekte, Vista’ya geçmeyen ve geçmek istemeyenler için sevindirici bir haber. Crysis çıktığından beri neredeyse bir yıl olacak ve bu süre zarfında PC sistemlerinde birçok teknolojik gelişme yaşandı. Vista için Service Pack 1 çıktı ve grafik kartı üreticileri sürücü desteğini geliştirdi. Yeni nesil grafik kartlarından bahsetmiyorum bile. Bu tip şeyler Crysis gibi bir oyun için çok önemli. Bir de son bir yıl içerisinde bir çok oyuncu bilgisayarlarını yeniledi, veya sistem iyileştirmesi yaptı, bu da önemli bir nokta. Crytek ekibi, Crysis, veya Warhead’in sadece pahalı sistemlerde çalışacak bir oyun olduğu imajını yıkmak istiyorlar, hatta bunu kanıtlamak için parçaları tamamen internet üzerinden alınan ve toplamda 652 dolara mal olan bir sistemde yükleyip oynadılar. Performans, grafik seviyesinin yüksekte olmasına rağmen şaşırtıcı bir biçimde akıcı ve temizdi.

Crytek Budapeşte stüdyosu çalışanları, Crysis Warhead’in yapay zeka konusunda daha gelişmiş olacağını, ve daha karmaşık taktik ve önceden kurgulanmış olaylar açısından zengin olacağını vaat ediyorlar. Crytek, Crysis’den bir çok ders almışa benziyor, bunlardan en önemlisi de ne kadar güzel bir oyun yaparsanız yapın, bir yerlerde birileri gidip korsanını alacak ve dağıtacaktır. Cevat Yerli korsan konusunda oldukça hassas, ve Warhead için daha sıkı koruma önlemleri almayı, bir takım fedakarlıklar yapmak pahasına kabul etmişe benziyor. Crytek daha önceden PC’ye özel oyunlar yapmaktan vazgeçtiğini duyurmuştu, Crysis Warhead, firmanın PC’ye özel çıkartacağı son oyun olarak biliniyor ancak asıl kararı Warhead çıktıktan sonra verecekler, bu hususta da Warhead, son şans olarak ortaya çıkacak bir deneme oyunu. Bir de oyun hakkında haberler sızdırıp insanları heyecanlandırmanın ters tepebileceğini görmüş olacaklar ki fazla heyecan uyandırmadan ve bekletmeden, öncesinde de çok heveslendirmeden çıkartacaklar Warhead’i. Crysis Warhead, sonbaharda piyasaya çıkacak. Hep birlikte bu “Crysis Reloaded” sürümü bu sefer nasıl sonuçlanacak göreceğiz.


Kaynak: xoyun.com

Prince of Persia oyun incelemesi

Büyük seriler nasıl meydana gelir? Önce bir adam tamamen amatör ruhlarla bir oyun yapar. Daha sonra bu oyun büyük bir firmaya devredilir ve ortaya Prince of Persia efsanesi çıkar. İlk olarak 1989 yılında Jordan Mechner tarafından geliştirilen Prince of Persia, Ubisoft Monterial ekibinin hünerli parmaklarına devredildi. . “Sands of Time”, “Warrior Within” ve “The Two Thones” şeklinde seyreden seri bugün en sevilen serilerden biri olmayı başardı. Üçlemenin son oyunu etkileyici bir finalle bizlere veda ettikten sonra, iki yıl kadar seriden haber alamamıştık. Ancak takvimler 2008 aralığını gösterdiğinde cesur kahramanımız görkemli bir dönüş yaptı. Fakat bunu duyar duymaz oyuna “hop” diye dalmadan önce bir şey bilmenizde fayda var; öncelikle kafanızdaki Prince’i bir kenara koyun. Çünkü Prince görmeyeli birazcık değişmiş (eyuh!)

Aaa Elika! Akşama ne yapıyorsun?

Çölde çaresizce eşeğini arayan Prince, küçük bir çukurdan aşağı düşünce al yanaklı, kızıl saçlı, güzeller güzeli Elika’yla karşılaşıyor. Bizim Prince’i güzelliğini kullanarak ayaküstü kandıran Elika “Hadi birlikte Ahriman’ı durduralım” benzeri komik bir davetle mücadelesine katıyor ve Prince kendini hiç hayal etmediği bir serüvende buluyor. Şöyle ki, uzun yıllar boyunca Tree of Life’da (yaşamın kaynağı) mahsur kalan kötü yürekli Ahriman, buradan kaçıyor ve ebedi emeli olan “Dünya’ya kötü güçleri yayma” politikasını harekete geçiriyor. Buna karşı koymak isteyen Elika ve Prince birbirinden güzel ve heyecanlı maceralara giriş yapıyor. Gördüğünüz gibi senaryo fazlasıyla Okami’ye benzese de içerisinde birçok farklılığa yer veriyor. Karşınıza çıkacak birçok yaratıcı düşünce, bu bilindik senaryoyu oldukça değiştirecek. Aynı zamanda ana seriden fazlasıyla koparacak. Çünkü serinin ana konusundan tamamen farklı karakterler, mekanlar ve zaman diliminde geçiyor. Somut ve soyut anlamda birçok farklılığa rastlayacağız.

Oyunun simgesine tıkladığınızda karşınıza çıkan ekranda “Ayarlar” seçeneğine tıklayarak sisteminize göre en uygun ayarları yapmanızı tavsiye ederim. Zira çok güvendiğim sistemim 1280*1024 çözünürlük üstüne çıkmayı denediğimde her 15 dakikada bir hata raporu verdi. Bu yüzden sisteminizi bir gözden geçirin derim. Oyunu açtığımızda oldukça hoş gözüken menü bir o kadarda etkileyici yapıda. “New Game” seçeneğine tıklayarak oyuna başlıyoruz. İlk bölümde Elika’yla tanıştıktan sonra tam anlamıyla kontrolü ele alıyoruz. İlk anlarda her Prince of Persia oyununda olduğu gibi kontrolleri öğreniyoruz. Ancak çabucak alışacağınızdan eminim, zira duvara tırmanmak, duvarda yürümek, zıplamak gibi unsurlar ilk oyunla aynı yapıda. Space tuşu ve farenin sol tuşuyla atlama işlemlerinin büyük bir kısmını hallediyoruz. Oyunun ilerleyişi genellikle şu şekilde seyrediyor; oyunda dört adet şehir yer alıyor. Tıpkı Assasin’s Creed’de olduğu gibi bu dört şehir arasında haritamız aracılığıyla geçiş yapıyoruz. Ancak bu dört bölümde kendi arasında altı kısma ayrılıyor. Haritayı açtığımızda ana bölümleri ve alt bölümleri rahatlıkla görebiliyor, üzerine tıklayarak ilerleyişimizi seçebiliyoruz. Fakat her şeyden önce bölümlere girebilmek için belirlenen puan barajını geçmemiz gerekiyor. Bölümlerde asıl amaç dört şehirde yer alan dört büyük yaratığı öldürerek bu savaşı kazanmak. Asıl boss’lar dışında bu tür oyunlarda olduğu gibi sıradan düşmanlarla savaşıyoruz. Düşmanlarla savaşırken Elika her an yanımızda. Mesela bir yerden zıplarken hata yapıp yere düşerken hemen Elika sizi kurtarıyor. Bu nedenle oyunda ölmek diye bir durum söz konusu değil. Aynı şey düşmanlarla savaşırken de mevcut. Ne kadar yaralanırsanız yaralanın asla ölmüyor, sadece yavaşlıyor ya da bir süreliğine dinlenmeniz gerekiyor. Açıkçası oyunda ölmenin olmaması oyunun heyecanlı yapısını bir nevi yok etmiş. Zira ölmemek adına mücadele etmek ya da daha hünerli oynamak gibi bir tasanız olmuyor. Ölmeyeceğinizi bildiğiniz için içinizdeki şüphe, korku ve bezeri duygular hemen yok oluyor. İşte bu açından oyunun eski heyecanlı yapısının geride kaldığını söyleyebilirim. Zaten oyunun değişen yapısındaki en önemli hata/fikir de bu olmuş. Bunun dışında düşmanlarla savaşırken Elika’yı kullanabiliyoruz. Normal Combo dışında Elika Combo vuruşları mevcut. Zaten Normal Combo sayısı oldukça az. Ayrı yeten tüm combo’ları menüdeki “Combo List” seçeneğinden görebilirsiniz.



Oyundaki düşmanlar genellikle combo’larımız karşısında oldukça zayıf kalıyorlar. Elika Combo vuruşlarını uyguladığımızda kısa sürede düşmanı öldürebiliyoruz. Ayrıca düşmanları illa ki öldürmemiz gerekmiyor, bir uçurumdan aşağı düşürmemiz yeterli oluyor. Combo vuruşlarında genellikle kılıcımızı kullanıyor, akrobatik hareketler (akrobatik combo’lar da mevcut) yapabiliyoruz. Düşman yapay zekaları genellikle orta seviyede bir başarı sergiliyor. Önemli bir yaratıcılık ya da farklılık yok. Ancak yaralandığınızda bunu fark edip biraz daha seri davranıyorlar. Oyundaki boss’lar genellikle zorlayıcı türde olsalar da, ölmeyecek olmamamız boss dövüşlerindeki tempoyu yine düşürüyor. Ayrıca boss’ların ölmeden, aşağı düşmeleri bile yeterli olduğundan boss’lar konusunda çok bir şey beklemeyin derim. Bölümlerde ilerlerken önceki oyunlarda olduğu gibi atlamak, zıplamak ana planda. Önceki oyunlarda olduğu gibi duvarlarda yürüyebiliyor, yüksek yerlere tırmanabiliyoruz. Ayrıca yine Assassin’s Creed’den hatırlayacağınız gibi duvarda hasarlı, çukurlu yerlere basarak duvarı tırmanabiliyoruz. Ancak bu durum Assassin’s Creed’de olduğu kadar basit değil. Çünkü uzun süre duvarda kalamıyor ve kayıyoruz. Ama genel anlamda atlamak ve zıplamak oldukça eğlenceli. Serinin önceki oyunlarındaki heyecanını bir an olsun yitirmemiş. Oyunda karşınıza çıkan düşmanlar genellikle oldukça iri yapıdalar ve güçlüler. Her ne kadar Elika ile birlikte saldırsanız da, zorlanabiliyorsunuz. Ancak bazen küçük bir hamleniz bile koca bir yaratığı ölüme sürükleyebiliyor. Daha öncede dediğim gibi oyunda mevcut ana ve alt bölümleri tamamladığınızda asıl yaratığın mağarasına ve oradan da ışığa ulaşıyorsunuz. Ancak puan konusundaki baraj kısmını açmak için oldukça Işık tohumu elde etmeye çalışın.Zira bu tohumlar sizin paranız niteliğinde.

Oyunda gözüme çarpan ve beni büyük ölçüde üzün noktalardan biri yakın dövüşte kılıç sahnelerinin eskisi kadar etkileyici olmayışı oldu. Açıkçası serinin önceki oyunlarında kılıç sahneleri oldukça gerçekçi ve eğlendiri yapıdaydı. Yeni oyun için maalesef bunu söyleyemeyeceğim. Ayrı yeten oyunda kullanılan combo’lar yüzünden kılıç arka plana itilmiş. Eski gerçekçilik hissini maalesef alamadım. Bu türün gereklerinden biri olan bulmacalar da Prince of Persia’da yerini almış. Tam kıvamında olan bu bulmacalar sizi zorlayacak cinsten olmasa da, yüzünüzü güldürecek türden. Oynayış itibariyle Prince pof Persia bu türdeki tarzını değiştirse de, yinede benzerlerinden çok farklı. Gerek yeni fikirler, gerekse oyun düzen ve ilerleyişi bakımından hem benzerlerinden hem de ilk üç oyundan tamamen farklı bir hale girmiş. Ancak bu hal sadece yüzümüzü güldürüyor. Onun dışında pek de bir şey yaratmıyor. Açıkçası bir “Warrior Within” olmaktan çok uzak. Ama bu demek değil ki, oyun iyi değil. Tabi ki eğlenceli ve oynamanız gereken bir yapım. Ancak büyük bir etki yaratacak cinsten değil. Ama tekrar belirteyim; farklı yapısı tıpkı Assassin’s Creed’de olduğu gibi birçok oyuna ilham kaynağı ve idol olacaktır. Sizlere son olarak Prince’in ruh halinden bahsedip, grafiklerle ilgili detaylara geçmek istiyorum. Prince’in biraz değiştiğini söylemiştim. Hem görünüm itibariyle hem de ruh haliyle oldukça farklı. Karakterimize Prince diyorum ancak, Prince bir takma ad olmaktan öteye gitmiyor. Zira Prince sıradan bir ailenin serseri çocuğu. Ruh hali itibariyle komik, esprili, umursamaz ve maceraperest bir yapıda. Maceraperest diyorum çünkü Elika’nın mücadelesine ortak olmasının asıl sebeplerinden biri de bu (Elika’nın güzelliğinden sonra). Eski Prince’in tam aksine matrak ve olaylara umursamaz ve esprili yaklaşan biri ve esprileri kayda değer cinsten. Ama karakteri böyle daha çok seveceğinizden eminim. Zira videolar esnasında diyaloglar oldukça eğlenceli olabiliyor. Her ne kadar Elika Prince’e göre daha ciddi olsa da.



Karanlık Cennet

Prince of Persia’nın teknik açıdan en farklı yönü grafikleri oluyor. Oyunumuz eski oyunların tam tersine gerçeklikten uzak, hayal ürünü olan çizgi film tadında grafiklerle karşımıza çıkıyor. Oyunda kullanılan Cell-Shade grafik teknolojisini tanıyanlar bilirler, bu teknoloji oyunları genellikle çizgi film tadında olur. İşte Prince of Persia’da aynı şekilde tamamen fantastik ve kurmaca olan bir dünya sunuyor. Çevredeki evler, objeler ve bitki örtüsü tam anlamıyla etkileyici. Ayrıca senaryoyla ortamın uyuşması çok güzel zira yine Okami’den hatırlayacağınız gibi bu senaryoya yine Cell-Shade motoru kullanılmıştı. Cell-Shade teknolojisiyle oyunumuz oldukça renkli ve canlı bir yapıya kavuşmuş. Bunu ilk başta yadırgayacağınızı tahmin ediyorum, ancak zamanla alışacaksınız. Grafik motorunun çevredeki hünerlerinin yanı sıra karakter modellemelerindeki başarısı göz dolduruyor. Ana karakterler Prince ve Elika’nın tasarımlarında elbiseleri ve yüz modellemeleri oldukça başarılı. Özellikle Elika çok şeker bir kız olmuş. Ancak oyunda bazı hatalar daha doğrusu atlanan noktalar da var. Mesela Prince’in kolları fazlasıyla sıradan olmuş. Kas dokuları, girintiler ve çıkıntılar tam anlamıyla aktarılamamış ve çok tekdüze olmuş. Ama yinede grafiklerin sıra dışı oluşu ve tamamen kurmaca olması hoşumuza gidiyor.



Sesler

Oyundaki müzikler genel anlamda hoş olsa da eski Prince oyunlarındaki müzikleri aratır cinsten.Genellikle çöl ortamına uygun bu müzikler oyunun atmosferine pek katkı sağlamasa da ortalamanın üzerinde. Ancak daha iyi olabilirmiş. Hoş ben eski oyunların müziklerini aradan açıp, efkar bile dağıtırdım…

Final Bölümü

Beklediğim daha doğrusu hayal ettiğim Prince of Persia’yı bulamadım. Grafik ya da oyun yapısını kast etmiyorum. Daha çok eski heyecanı kalmamış. Özellikle yaratılarla dövüş esnasında combo sayılarının az oluşu, yaratıkların kolay ölmesi ve hiçbir şekilde ölmeyecek olmamız tempoyu ve o eski heyecanı öldürmüş. Ama genel anlamda en az bir kere bitirilmeyi hak eden, içinde farklılıklara yer veren şirin bir oyun olarak kalıyor Prince of Persia akıllarda.


Kaynak: xoyun.com

12 Ocak 2009 Pazartesi

Pro Evolution Soccer 2009 Oyun İncelemesi

soccer

İki sene evvel PES 6 incelememi yazarken Konami artık futbol simülasyonu yapıyor demiştim çok iyi hatırlıyorum. İki sene evvel çok uzak olmamasına rağmen şimdiki geldiğimiz noktada bu “ futbol simülasyonu” terimini erken kullandığımı fark ettim. Konami beni ters köşeye yatırmıştı. İki sene evvel hayran kaldığım o oyuna o övgüleri yağdırdıktan sonra PES 2009’da geçirdiğim saatleri nasıl anlatacaktım. Kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir noktadaydım. Ama oyundan zorla çıkarak oyunla ilgili bir şeyler yazmak da zorundaydım.

Pes 2009’u bilgisayarıma kurduğumdan beri masaüstündeki diğer oyunların pabucu çoktan dama atılmıştı. Çünkü geçen seneki PES 2008 faciasından sonra futbol oyunlarına küsmüştüm, Fifa 09’ dan da her sene olduğu gibi gerekli randımanı alamayınca başka türlere başka heyecanlara atmıştım kendimi. Ama bir PES tutkunu olarak bilgisayarımda her sene yeni bir PES oyunu yüklü olurdu. 2008 senesi bu açıdan facia ile sonuçlanmıştı. Şimdi ise Konami geçen seneki hatalarını sanki bu seneki oyununu bu denli muntazam ve güzel hale getirmek için yapmış gibi geldi bana. Geçen sene bir deneme tahtası olmuş kobay oyunda Pes 2008 olmuştu. PES in o hayran kaldığım top kontrolü ve top fiziğindeki oynamalar ölümcül hatalara sebebiyet vermişti. PES’in elindeki en büyük kozu olan top fiziği ve topa vuruşlardaki tokluk hissi kaybolmuştu. Bütün bunlar oyundan süratle soğuyup kısa zamanda oyunu bırakmama sebep olmuştu.

alt

Şimdi geldiğimiz nokta ise bambaşka bir boyut, apayrı bir tat, muhteşem oynanabilirlik bir o kadar güzel grafikler ve yıllardır PES serilerinde görmeye hasret kaldığımız kısmen de olsa lisans sorunlarının aşılmasıydı. Oyunu anlatırken pek çok yerde abartabilirim ama ben bir PES oyuncusuyum ve benim gibi olanlar bilirler ki geçen seneki fiyaskonun ardından oyun hakkında ne kadar mübalağa yapılsa azdır. Çünkü gördüğümüz en iyi PES oyununu oynadığımızdan emin olabilirsiniz. Bu ise su götürmez bir gerçek.

Konami, şapkasını önüne alıp geçen seneki hatalarını, sorunları ve yanlışlıkları nerede yaptığını bütün sene iyi analiz etmiş ve çok can alıcı noktalara gerekli uygulamaları yaparak özlenilen PES oyununa son noktayı koymuş. Oyunu açar açmaz ilk karşılaştığınızda bu değişime şahit oluyorsunuz. Bildiğimiz PES menü sisteminden farklı bir menü sistemi ve görseli mevcut. Gerek arka plan olsun gerek ana menüdeki soundtracklar çok canlı ve gaza getirici olmuş. Oyuna daha ana menüsünde bir renk, bir tat gelmiş denilebilir. Oyunda bildiğimiz PES modlarından farklı olarak birkaç değişiklik göze çarpmakta bunlardan en tepedeki ve en dikkat çekici olan ise UEFA CHAMPIONS LEAGUE. Yazının başında da belirttiğim gibi Konami bu sene paraya kıymış ve lisans işine el atmış. Şampiyonlar Ligi’de bu bağlamda bize hediye edilen çok zevkli çok keyifli ve bir o kadar zorlu bir mod olarak karşımıza çıkıyor. Bu moda girmeden önce her sene olduğu gibi ben Exhibition seçeneğine yönelip İngiltere – Türkiye maçında ter döktüm. İlk başta söylediğim menü sistemini değişmiş olması oyunun tamamı için geçerli her yerde bu farklılığı ve buram buram yeniyim ben diye bağıran değişiklikleri görebiliyoruz. PES serisi kabuk değiştirmiş resmen, çokta güzel olmuş. Hızla taktiğim ayarlayıp oyuna dalıyorum. En başında masa üstündeyken Setting’den ayarları yaparken Quality kısmının Low’da olduğunu hatırlayıp her şeyi kapatıp bunu mediuma getiriyorum çünkü biliyorum ki en düşük seviye grafik ayarlarında mahrum kalabilirim. Bu kötü fikirden birkaç click darbesiyle uzaklaşıp tekrar başlayamadığım maçıma dönüyorum. Forma ve stat seçimi falan derken oyuna giriyorum. Oyuncuların isimleri birebir gerçek takımlarındaki gibi aynı ve güncel kadrolar. Bu güncelliği oynadığım pek çok maçta fark ettim. Yani kadrolar birebir gerçek hayattaki takımlarla uyuşuyor gerçekçilik için iyi bir puan olarak gözüme çarpıyor. Gerçekçilik için tek gözüme çarpan bu değil elbette. Oyuna girdiğinizde grafiklerin güzelliğine hayran aklıyorsunuz. Oyuncuların modellemelerini statta ki ışık oyunlarının o dandik karton seyircilerin bile güzel bir tarafı gözüme çarpıyor. Oyuncuların muhteşem grafik modellemelerine geçmeden önce statlara hayran kaldığımı söylemek istiyorum. Her kamera açısında değişik yerlerden incelediğimde her stadın gerçekten çok güzel ve orantılı olarak modellendiğini her hangi bir kamera açısında da bir saçmalama olmadan bunları gözlemleyebildim. Her stadın kendine özgü çim yapısı ve havası var. Yani San Siro’da sahanın yarısına güneş vurabilirken başka bir stat da tamamen farklı bir görüntüyle karşılaşabiliyorsunuz.
17 adet stat oyunda mevcut ve Konami stadı hariç hepsi aslına uygun modellenmiş. Bahsettiğim ışık oyunlarında oyun içersinde mutlaka ilginizi çekecektir. Tabi ki ayarları biraz arttırmak koşuluyla. Oyuncuların modellemelerine gelecek olursak gerçekten bu sene Konami kendini aşmış denilebilir. Bazı istisnalar olsa bile oyuncular aslına uygun yapılmış. Türk milli takımında nerdeyse herkes orijinalinin aynısı Emre biraz boy atmış gibi ama onun dışında pek bir gariplik yok. Formalar ayakkabılar dizlikler kramponlarda yine tam tadında ve kaplamalar hiçbir yerde açık vermiyor. PES bu sene grafik açsından FIFA’ya en çok yaklaştığı yıl olarak karşımıza çıkıyor. Üstüne birde o efsanevi oynanabilirlik eklenince başından kalkılmayan bir oyun oluveriyor.

alt

Oyun dinamikleri geçen senelerden farklı değil ama bu sene biraz daha oturmuş ve daha güzel olmuş denilebilir. Oyunun hızı bir nebze yavaşlamış ve buda gerçekçiliğe doğru güzel bir adım olarak göze çarpıyor. Futbolcu animasyonları geçen senelerdekilere benzese de yeni birkaç animasyona rastlamakta mümkün. Tartışmalı pozisyonlarda ise oyucular saç baş yoluyor bizler için keyifli ve eğlenceli görüntüler oluşturuyor. Oyunun dinamikleri geçen seneler ki gibi aynı fakat bir şey gözden kaçmıyor; oyun gerçekten zorlaşmış ve yapay zekası üst seviye olmuş. Şöyle ki artık yıldız bile olsa bir oyucuyla uzun süre gidip herkesi devire devire çalımlar atıp gol atmak imkansız gibi bir şey. Aynı şekilde rakipleriniz daha fazla ayağa pas ve boş alan kaçma taktiği uyguluyorlar. Özellikle defansınızdaki kanat oyuncularıyla atağa kalktığınızda topu kaptırırsanız rakip forvet oyuncusu buralara çok güzel sarkıyor ve topla buluştuğunda gerçekten çok tehlikeli kontralar yiyebiliyorsunuz. Aynı şekilde ikili mücadelelerde top çalmak zorlaşmış ve rakip yatarak topu sizden eskiye oranla çok rahat alabiliyor. Aynı şeyi sizde doğru zamanlama ile yapabilirisiniz ama en ufak bir zamanlama hatası size sarı kart olarak geliyor. Hakemler bu kaymalara karşı sarı kartlarını hiç esirgemiyor. Kırmızı kartlar genellikle gole giden adamı devirirseniz çıkıyor onun dışında ve ikinci sarı dışında ender olarak kırımızı kart ile cezalandırılıyorsunuz.

Oyunda gol atmak oyunun zorlaşmasında en önemli faktörlerden biri.Bol gollü maçları unutun! Hele ki bir takıma fark atmak özellikle bu takım büyük liglerin başını çeken takımları ise çok zor. Öne geçtiğiniz maçlarda mutlaka üzerinizde baskı kurup sizi hataya zorluyorlar ve bir şekil de sonuca ulaşıyorlar daha güçsüz takımlar içinde bu geçerli ama onların golü bulması biraz daha zor oluyor ve o arada kontra ataklardan golü bulabilirseniz işiniz bayağı kolaylaşıyor. Oyundaki taktik planınız normalde PES serilerinde oyuna yöne veren temel etmendi bu durum bu oyunda daha belirli oluyor. Her durma göre bir taktiğiniz olmalı yoksa büyük takımlar karşısında tel tel dökülebilirsiniz. Bütün bu oynayışla ilgili zorluklardan bahsederken sakın gözünüzü korkutup PES 2009’un aşırı zor bir oyun olduğu gelemesin aklınıza. Bu söylediklerim Top Player için geçerli ve emin olun en zevkli maçlar en zor seviyede oluyor ve attığınız goller size gerçekten büyük haz veriyor.
Oyundaki diğer bir can alıcı nokta ise kaleciler. Kaleciler PES 2009 un adına yakışır şekilde davranıyorlar ve ara pasıyla fazla meşgul olmazsanız azami görevlerini yerine getiriyorlar. Çok kritik hataları olmuyor ama kaleciyi çıkarıp rakip oyuncunun açıyı kapatmak isterseniz kalecinin her türlü saçmalamasına katlanıyorsunuz ki buda gayet normal. Onun dışında kelcilerden yana pek bir problem çekeceğinizi düşünmüyorum.

alt

UEFA CHAMPIONS LEAGUE daha önce belirttiğim üzere bize bir lütuf. Gerçekten bir oyunun şampiyonlar ligini bu derece güzel empoze edilebileceğini düşünemezdim. Sanki evimin salonunda tv’nin karşısında Salı yada Çarşamba gün 21.45deki şampiyonlar ligi maçını izleri gibiyim. Her şey gerçeğiyle birebir aynı her detay düşünülmüş ve oyuna da son derece güzel monte edilmiş. Hele ki bu moda başlarken çalan o meşhur Şampiyonlar müziği her şeye bedel. Oyun içinde ara videolar gerçek oyuncuların kısa videoları çok güzel yedirilmiş mutlaka bu moda girip bir kez kupayı kaldırın derim. Tabi ki dünyanın en iyi kulüp takımlarını devirebilirseniz.

Oyundaki modlardan yeni olarak gözümüze BECOME A LEGEND çarpıyor. Bu biraz FIFA daki Bea Pro moduna benzese de kesinlikle uzun saatlerinizi geçireceğiniz çok keyifli ve çok güzel bir mod. Adından da anlaşılacağı üzere bir efsanenin doğuşuna yada doğmayışına yöne veriyoruz parmaklarımızla. Bu moda girdiğinizde sıfırdan bir oyucuyu her şeyiyle yapmaya başlıyoruz. Saçından baskın ayağına sakatlanma durumundan tozluğunun uzunluğuna kadar her şeyini belirleyip sıfırdan futbol kariyerimize başlıyoruz. Bu moda sadece kendi oluşturduğumuz futbolcuya yön verebiliyoruz maç içersinde bu yönden biraz sıkıcı gibi görünse kendini göstermek için heryere koşuşturmak ve takımımızın galibiyetinde önemli bir yere sahip olmak çok eğlenceli olmuş. Bu modun ilk başlarında ilk transfer olduğunuz takımda bir sürü antrenman maçı yapmalısınız. Ancak belli bir seviyeye ve yeterliliğe ulaşırsanız yedeklere alınıyorsunuz ve hocanız sizi takıma alırsa maça çıkabiliyorsunuz yani sıfırdan bir futbolcu oluyorsunuz. Taktiğe yada herhangibi yöneticilik işine soyunamıyorsunuz.Kendinizde oynamaya başladıktan sonra görüyorsunuz ki bağımlılık yapıcı bir etkisi var master league kadar sizi oyalayacak bir kısım.

Bunun dışında geri kalan menüler diğer PES serilerinde bildiğimiz kısımlar, bunlarda bir değişiklik yok işlevsel olarak;görsel olarak bahsettiğim gibi daha canlı ve dinamik menüler arasında dolaşmak çok daha güzel.

alt

Oyundaki müziklerde eskiye oranla son derece gaza getirici ve sizi teşvik edici parçalar var. Bunları internette küçük bir araştırma yaparak edinebilirsiniz yada benim gibi menüler arsında duruşlarınızı uzatarak müzikleri dinlemeyi tercih edebilirsiniz. 60 a yakın soundtrackla PES 2009 önceki serilere oranla bu işe bu sene ne kadar önem verdiği gösteriyor.

Seslere gelecek olursak oyun içi sesler bazen sapıtsa da genelde tatminkar görünüyor. Çok iyi değil belki ama eksikliği hissedilir boyutta değil. Topa vuruştaki sesler direkten dönen topların sesi yada taraftar sesleri hepsi tam kıvamında . Kenarlardan bağıran teknik heyetin sesi de güzel bir ayrıntı olmuş.

PES 2009 her futbol severin dahası spor severin mutlaka oynaması gereken dört dörtlük bir oyun. Oyun gerek grafikleri gerek lisansında kendi aşmasıyla (Almanya ligi hariç hala yok) özlenilen kendinden beklenileni tam manasıyla veren bir yapım olmuş. Gerçek top fiziğini görmek istiyor ve keyifli modların da saatlerinizi hatta günlerinizi nasıl su gibi geçeceğini anlamak istiyorsanız bu oyunu kesinlikle oynamalısınız. Çünkü Konami görmüş olduğumuz en iyi futbol oyunun yaptı ve bize oynamak kaldı.


kaynak: wikiturkey.net

Fallout 3

Oyun esnasında konsolu açmak için é tuşuna basın ve aşağıdaki kodları girin

addspecialpoints # - Girdiğiniz sayı kadar özel puan ekler.

tmm1 - Tüm harita işaretleri.

player.setlevel # - Girdiğiniz sayı kadar level alırsınız. (Diğer değişiklikleri etkilemez.)

modpca (s.p.e.c.i.a.l) # - Girdiğiniz sayı kadar statınız değişir.

GetQuestCompleted - Şimdiki görevi tamamlar.

getXPfornextlevel - Sonraki bölüme geçer.

tgm - Ölümsüzlük.

movetoqt - Şİmdiki göreve doğru karakteri işaretler.

tcl - Duvardan geçme.

player.additem 0000000F # - Girdiğiniz sayı kadar para verir.

rewardKarma # - Girdiğiniz sayı kadar karma puan alırsınız.

setspecialpoints # - Girdiğiniz sayı kadar özel puan alırsınız.

player.setav # - Girdiğiniz sayı kadar beceri puanı alırsınız. (MAX=100) (Bu aynı zamanda tüm becerilerinizi etkileyecektir.)

player.setav # - Girdiğiniz sayı kadar (1-10) takımlar.

tfc - Özgür kamera modu ekler. (Karakterin resmini çekmek için faydalı)

tm - HUD dönüşü kapalı/açık (Karakterin resmini çekmek için faydalı)

unlock - Herhangi bir fiziksel kilidi açar.(kapılar, sandıklar, v.b...) ve terminaller

Command & Conquer: Red Alert 3

Özel Birimler
Özel Birimlerin açılmasını sağlamak için gerekli görevleri tamamla.

Crono Commando - Müttefik bir muharebe labaratuvarına sız.
Crono Ivan - Sovyetlere ait bir üssü ele geçir ve Sovyetlere ait bir bina inşaa et.
Psi Commando - Sovyetlere ait bir labaratuvara sız.
Yuri Prime - Sovyet bir üssü ele geçir ve Sovyetlere ait bir bina inşaa et.

Secret Service: In Harm's Way

Oyun sırasında " tuşuna basıp konsolu açın ve aşağıdaki hileleri yazın:



Kod Sonuç

aigodmode 1 God Mode (öllümsüzlük)

aiprotectprotectee 1 Koruduğunuz adam için God Mode

noclip 1 Uçuş modu

Call Of Duty 5: World At War

Oyun esnasında ~ tuşuna basarak konsol penceresini açın. devmap mak'i yazarak hile kodlarını aktif edin ve aşağıdaki kodları girin:

# give all - Tüm silahlar.
# devmap [harita ismi] - Haritayı değiştirir.
# notarget - Görünmezlik.
# god - Ölümsüzlük.
# mapname - Harita isimlerini listeler.
# noclip - Uçmak.

Far Cry 2

Menüden additional content'e girin ve aşağıdaki kodu girin:

6aPHuswe:Ekstra 4 bölüm açılır.

3 Ocak 2009 Cumartesi

Need for Speed Undercover

Need For Sped: Undercover

Mutlaka vardır çevrenizde; sürekli adrenalin salgılayan, içi kıpır kıpır insanlar. Kontrolü ele aldıklarında bırakın son model arabaları 58 model chevrolet’i bile bir canavara çevirirler. İşte o chevrolet bir canavara dönüştüğünde yan koltukta gözleri kapalı bir şekilde, arabaya sımsıkı yapışan sizseniz vay halinize! Değil mi ama? Hepimizin içinde az-buçuk vardır hız tutkusu. Aynı zamanda ona engel olan korkularımız. İşte sırf bu yüzden hep içimizde kalmıştır 150’nin üstüne çıkmak. Belki yerini tutmayacak ama sanal ortamda bunu yapmak mümkün. Tabi ya Need For Speed diye bir şey var. En azından tehlikeli değil. Ya da öyleydi. Zira şu sıralar Need For Speed oynamak fena halde tehlikeli. Akıllara zarar valla. Ruh halinizi bir düşünün. Hadi şimdi giden atlayın bir BMW’ye ve adam gibi ölün. En azından acı çekerek kafayı üşütmekten iyidir. Şakası bir yana EA’nin başarısız simülasyon denemesi Pro Street, Need For Speed markasına bir çamur gibi yapıştı. Marka diyorum çünkü hala bu ismi duyduğunuzda ne kadar heyecanlandığınızı tahmin edebiliyorum. Öte yandan itiraf etmeliyim bende aynı duydular içerisindeydim. Bu yüzden serinin durumunu biraz dramatikleştirirken bir art niyetimin olduğunu sanmayın. Ne diyorduk? Ha! Pro Street’ten kısa süre sonra duyurulan Undercover işte bizleri böyle heyecanlandırmıştı. İlk gelen görüntüler ve videolarla oldukça etkilenmiştik, hatta Most Wanted’a benzediği yönüyle serinin geleceği hakkında birçok tahminde bulunmuştuk ki, her sene başımıza gelen olay yine es geçmedi. Tahminler her zamanki gibi olumluyken, oyun sonrası düşünceler yine aynı.



Kızları için oynadığımız tek oyun

Need For Speed serilerinde genellikle sokak yarışçısı ya da profesyonel pist sürücüsü olarak hayat bulduk ve bu senaryo boyunca polislerle birçok kez mücadelelere girdik. Yeni oyunda ise, roller tam tersine dönüyor ve polis olarak göreve başlıyoruz. Görevler boyunca sokak mafyalarının yaptıkları kirli işleri ortaya çıkarıyoruz. Ve tabi görevleri gerçekleştirirken birbirinden güzel bayanları görme fırsatı yakalıyoruz. Bu bayanların en başında filmlerden hatırladığımız ünlü manken Maggie Q geliyor. Böylece oyunu katlanmak için önümüzde güzel bir sebep beliriyor. Ancak maalesef bu güzel bayanımızda konuya doğru düzgün yedirilememiş. Çünkü senaryo haddinden fazla anlaşılmaz ve karmaşık bir yapıda. Senaryoda bir sürü açık olduğu gibi birbiriyle alakasız bir sürü durum söz konusu.

Oyunu açtığımızda her Need For Speed oyununda olduğu gibi videolar karşımıza çıkıyor. Görevlere genellikle Most Wanted:’da olduğu gibi videoların bittiği yerden başlıyoruz. Oyuna başlar başlamaz ilk gözümüze çarpan oyunun 2000’li yıllardan kalma grafik motoru oluyor. Oyundaki modellemeler ve kaplamalar fena halde kötü. Harita eski Need For Speed oyunlarına göre birkaç kat büyükken, bu kadar ruhsuz bir şehir ve bayıcı tasarımlar görmek, haritanın büyüklüğünü neredeyse yok etmiş. En başta oyundaki renkler gerçekten feci halde sıkıcı cinsten. Sürekli aynı tip ve koyu renkler kullanılmış. Sokak ve bina duvarlarından tutunda yol ve gök modellemesine kadar sürekli mor, siyah ve kahverengi renklerin kullanılması birbirini sürekli tekrar eden bölgelere dönüşmüş. İşte bu yüzden harita ne kadar büyük olursa olsun, çevredeki farklılıklar sanki birkaç ağaç ve bina sayısının eksikliğiymiş gibi geliyor insana. Aynı zamanda çevredeki evlerin kaplamalarında bırakın pürüzlü bir tasarımın olmasını, sürekli aynı tip evler görüyorsunuz. Hele bir ağaç ve çalı tasarımları var çok açık söylüyorum paint’te çizilmiş hissi uyandırıyor. 2 boyutlu olmaları bir kenara kağıt karton gibi duruyorlar. Oysa bu kadar boş tasarım içinde ağaçların yapraklarına rüzgarla birlikte oynama efektti filan verilse en azından şehirde bir canlılık görülebilirdi. Şehrin ruhsuz olduğunu söylemiştim, evet bunu perçinleyen ikinci bir somut delilse, çevrede hiçbir insanın olmayışı. Ne çevrede kaldırımda yürüyen ne de yarışları bir kenarda talip eden insanlar var. Hangi çağda yaşıyoruz anlamıyorum, çevrede insanın olmadığı koca bir şehir ne işe yarar ki? Bu artık oyunlarda klasik haline gelmesi gereken, küçük bir çocuğun bile göz ardı edemeyeceği bir özellikken, sabıkalı oyun stüdyosu Black Box bunu nasıl göz ardı ediyor anlamak gerçekten güç. Bunların yanı sıra oyunun tamamı gündüz saatlerde geçiyor. Pro Street’i seriden baya farklı olduğu için görmezden gelirsek, Need For Speed oyunlarında gece-gündüz-gece şeklinde belirli bir oyun düzeni var. Undercover’da da halka aynı şekilde devam ediyor. Oyun gündüz saat aralıklarında geçtiği için gölgelendirme ve ışık çarpması gibi özellikleri rahatlıkla görebiliyoruz. Oyunda ışık vurması başarılı bir şekilde tasarlanmış. Özellikle araçlarla giderken arabanın arkasına çarpan güneş ışıklarını rahatlıkla görebiliyorsunuz. Aynı zamanda ağaçların ya da çalılıkların arasından sızan ışıkları görmek mümkün. Işık çarpması bu derece başarılıyken, gölgelendirmenin bu kadar başarılı olduğunu söyleyemeyeceğim. Bilhassa ağaçların sonra arabaların gölgeleri oyuna tam anlamıyla yedirilememiş. Tüm bunlardan anlaşılıyor ki, Black Box’ın GPS sistemiyle ancak çözülebilen devasa haritası, sürekli aynı renklerin kullanılması ve boş tasarımlarıyla birçok noktada sınıfta kalıyor.



Ah şu arabalar da olmasa…

Need For Speed Undercover harika kızlarından sonra arabaları için oynanılmaya değer. Her Need For Speed oyununda olduğu gibi piyasadaki birçok canavarı kullanabiliyoruz. Oyunda tamı tamına 57 adet birbirinden güzel arabalar yer alıyor. Bunlardan Porsche serisi arabaları, Nissan 350z, GTR, Lamborghini, Lotus Elise ve Toyota Supra gibi arabalar başı çekiyor. Bölümler ilerleyip, suçluları saf dışı bıraktıkça yeni arabalar alçılıyor. Ancak maalesef arabaların performansları oyuna iyi bir şekilde aktarılamamış. GTR kullandığınız halde peşinizdeki polislerden kurtulmak çok saçma bir hale dönüşüyor. Polisler haddinden fazla peşinizde kalıyor ve size çabucak yetişiyorlar. Ayrıca geniş açılı kamerayla sıkı anlamda takibe aldım; peşimize düşen polisler çevredeki arabalara çok nadiren çarpıyorlar (hoş zaten ne kadar araba var ki) ve yolda neredeyse tekerlekleri dahi dönmeden hareket ediyorlar. Bu yönüyle de oyun saçma bir düzene giriş yapıyor. Buna ek olarak neden peşimize polisler takılıyor diye soracak olursanız, inanın bende anlamadım! Yazının başında da dediğim gibi senaryoda birçok ismi konulamayan ve kapatılamayan açıklar ve saçmalamalar var. Açıkçası zaten Pro Street’de belirlenen oyun adından ve kurulan senaryodan sonra, iyi bir senaryo beklemiyordum oyundan. Araç kullanımı bu şekildeyken araç tasarımları ortalamanın üzerinde. Carbon’da olduğu gibi cam gibi değiller ancak Most Wanted’daki kadar başarılı olduğunu söyleyemeyeceğim. Ayrıca unutmadan, oyundaki modify seçenekleri oldukça yeterli düzeyde. Jant, kaput, renk, performans, turbo ve daha birçok ayarlamayı yapabiliyoruz. Ancak itiraf etmeliyim, Carbon’daki kadar özgür değilsiniz. Zaten Carbon’daki mofiy seçenekleri bir yerden sonra saçmalıyordu. Sonuç olarak; güncel araçların bulunması ve yeterli seviyedeki modifikasyon seçenekleriyle Undercover, bu konuda çok yüksek olmasa da, diğer özelliklerine göre iyi puan almayı hak ediyor.

Mod’larıyla Undercover

Undercover, diğer yarış oyunlarında görmeye alıştığımız mod’lardan farklı yeni mod’lar oyuna sunuyor. Ancak tabi ki, bu mod’lar yarış oyunlarında devrim yaratacak cinsten değil. Kayda değer mdo’lar arasında bir dakika modu ve rakibe yetişme modları oyunculuk seviyenizi yükseltmeye yarayacak türde. Bir dakika modunda, rakibi bir dakika içinde geçmeniz gerekiyor. Rakibe yetişme modunda ise belirli zaman ve yol aralıklarında rakibe yetişmeye çalışıyorsunuz. Diğer mod’larda ise polislerden kaçmak ve izinize kaybettirmek gibi çeşitlilikler var. Bu son iki modu arkadaşlarınızla oynamak oyunu tüm bu özelliklerine rağmen eğlenceli kılabiliyor. Zaten kolay ve basit oynanabilirliğe ve yapay zekasıyla oyunda tek kişili olarak pek fazla zaman harcayacağınızı düşünmüyorum. Bu yüzden oyunu çoklu olarak oynamak tek seçenek. Ancak bunun içinde oyunun kötü ötesi grafiklerine katlanabilmeniz gerek. Eğer gözüm kapalı araba sürerim diyorsanız çoklu olarak denemenizde fayda görüyorum. Genel olarak orta seviyelerdeki zorluk seviyesiyle önümüze çıkan Undercover oynayış olarak çok gerilerde. Şehrin hareketsiz olması, başarısız grafikler, atlanılan birçok nokta ve oyunun genelinde mevcut eksiklikler dolaysısıyla Undercover oynayış olarak geçer not alamıyor ve bu serinin hayal kırıklıkları başlığı altında güzel bir yere çakılıyor.



Final Bölümü

Sonuç ne olursa olsun, nedenini, nasıl olduğunu bilmeden bir anda kendimizi bu üç kelimenin ortasında buluyoruz. Bu seri oyunları son zamanlarda ne kadar kötü olsada bir şekilde bizleri içine çekiyor. Hatta oyunun çıktığı haftada aldığı bunca olumsuz yoruma rağmen satış listelerinde hala ilk üçe girebiliyor olması bunu kanıtlar nitelikte. Ama bunun da bir yere kadar gidip, orda tıkanıp kalacağı şüphesiz. Ayrıca EA Undercover başarısızlığından sonra Black Box stüdyosunu kapatarak en büyük cezayı çalışanlara verdi sanırım. 1000 kişiye yakın çalışan, sevilen bir isim ve harcanan onca parayla bu isim nasıl bu hale getirildi, gerçekten düşünmek gerek. Sonuç olarak belki firma değişikliğiyle Need For Speed kendine gelebilir ancak bunu yine zaman gösterecek. Şuan incelemesini yaptığım Undercover’sa bu markanın en başarısız oyunlarından biri olarak hafızamıza kazınıyor.

kaynak: xoyun.com